Tehlikeli Senaryo-(TAMAMI)

Tehlikeli Senaryo

Tayyip Erdoğan, Suriye'ye “sabrımız taşıyor” tehdidini yöneltirken, “Suriye meselesi bizim bir iç meselemizdir. Çünkü bizim Suriye ile 850 km sınırımız var” dedi. Aslında bunlar ilk kez söylenmiş sözler değildi. Benzer bir söylem, sığınmacılar bahane edilerek savaş kışkırtıcılığının yükseltildiği dönemde de kullanılmıştı. O zaman bunu, doğaçlamadan çok, sahneye konmakta olan ABD senaryosunun metninde yer alan bir söylem olarak değerlendirmek ve işlevinin ne olduğu sorusuna yanıt aramak gerekir.


ABD'nin, Rusya ve Çin nedeniyle BM Güvenlik Konseyi'nden Suriye'ye askeri müdahaleyi “meşru” kılacak bir karar çıkarmasına imkân yoktur. NATO'nun Libya'da içine düştüğü durum ve bunun NATO içinde yol açmış olduğu çatlaklar açıktır. Hele yeni bir ekonomik kriz dalgası baş göstermişken, NATO'dan da böyle bir karar çıkarmak olanaksızdır. Obama'nın, Suriye'ye karşı doğrudan ABD tarafından başlatılacak bir askeri müdahaleyi, bırakalım başka kuruluşları, kendi kamuoyuna kabul ettirmesine imkân yoktur. Özetle, “uluslararası topluluğun”, “toplantı” yoluyla “Suriye'ye askeri müdahale” kararı çıkarması mümkün değildir. Öte yandan ABD, bütün umudunu Ön Asya’da çıkarılacak bir savaşa bağlamıştır. O zaman, savaşın çıkması için bir oldu-bittiye ihtiyaç vardır. Şimdi de böyle bir oldu-bittiyi tezgâhlamak için ABD tarafından yazılmış şu olası senaryoyu düşünelim:


Suriye ile 850 km sınırı olan NATO üyesi bir ülke, Suriye yönetimini “yola getirmek” için elinden geleni yapar. Bu arada dışarıdan silâhlandırılan çeteler aracılığıyla Suriye'deki iç çatışmanın tırmandırılarak sürdürülmesi için bütün imkânlar seferber edilir. Zaman dar olduğu için, NATO üyesi ülkenin başındakilerin sabrı çabuk tükenir ve Suriye yönetimine açık ve kaba tehditler yağdırmaya başlarlar. Beklenti, Suriye yönetiminin bu tehditlere boyun eğmesi değildir. Maksat, onları kızdırmak ve kışkırtmaktır.
NATO ülkesi, kendini komşusundaki iç çatışmanın olumsuz etkilerinden “korumak” bahanesiyle, askeri birlikleriyle sınırı geçerek bir tampon bölge oluşturur. Bu ara adım, aynı zamanda, kendi kamuoyunu bunun hemen bir savaş ilânı değil, bir savunma tedbiri olduğuna inandırmak içindir. Bu tampon bölge, Suriye yönetimi tarafından kendi ülke egemenliğinin açık bir ihlâli olarak algılanmasını sağlayacak kadar geniş tutulur. Daha önce düşmanca bir tutumun açık işaretleri de verilmiş olduğundan, böyle bir algılamanın sağlanmasında pek bir zorluk çekilmez. Ama yine de sınıra yakın bazı Suriye kentlerinde duruma müdahale edilir.


Suriye ordusu, kendi topraklarını savunmak için karşılık verince de NATO, bir üyesinin saldırıya uğradığını ileri sürerek, duruma müdahale eder. Artık NATO’ya üye bütün ülkelerin tartışmasız görevi, “saldırıya uğrayan” NATO ülkesinin yanında yer almaktır.


Saldırıya uğrayan ordu zaten NATO kuvvetlerinin parçası olup, hazır Suriye topraklarında bulunduğundan, esas savaş görevi ona ait olur. Diğer NATO ülkeleri, gönüllerinden koptuğu kadar katkıda bulunur.
İran da bu duruma sessiz kalamaz ve Suriye’nin yanında savaşa girer. Obama, Clinton ve diğerleri, Usame bin Ladin'in öldürülüşünü seyrettikleri odada toplanıp, keyifle savaşı izlemeye başlarlar.
Ülkemizin tüm kuruluş ve yurttaşları, bu ya da benzeri bir senaryonun sahnelenmesine engel olmakla görevlidir.