Tek ses verelim ama hangisini?

Her kafadan bir ses! Bizdeki büyük şikayetlerden biri bu. Büyük özlem, birlik olup tek ses vermek. Seçmen de, parti yönetimi de, biz de böyle düşünüyoruz.

Savlar kısaca şöyle:

Seçmen: Her ne ise sorun, halledin ve tek yumruk olun.

Yönetim: Kararlara uymayan ve çalışmayanlar basına konuşuyorlar, disiplinsizlik yapıyorlar. Bu yüzden çıkıyor her kafadan ayrı bir ses.

Biz: Kararların nerede nasıl alındığı belli değil. Üzerine tartışma olan işlerde Parti kararı yok. Bunlar keyfi ve temel ilkelerimize aykırı yanlış adımlar.

***

Her yönetim gibi bu da kestirmeden gidiyor. Sorunu "disiplinsiz davranış" diye saptayınca elindeki sopayı savurmaya başlıyor. Düşün yakamızdan, izin vermem, gitmezseniz ben atarım, diye öfke nöbetine giriyor. Kimi gazete köşeleriyle ekran gerilerinden de beslenen bu öfke, seçmene de 'hallediyorum sorunu' iletisiyle müjdeleniyor.

Her demokrasi talebi gibi, bizimki de gerçek ve doğru olana çağrı yapmayı sürdürüyor. Mesele herkesin serbestçe konuşması değil, karar alma sürecinde serbestçe konuşması. Kararın katılımcı usulle oluşması. Böyle olduğunda, ortaya çıkan karar hoşa gitmese de o karara uyulacaktır. İşte eksik bu. Parti-içi demokrasi ve dolayısıyla yönetimin meşruiyeti.

***

Eksik olan yalnızca yetkilendirilmiş kurulların işlevsiz bırakılması da değil. Kaynağı belirsiz keyfi 'karar'ların varlık nedenlerimize, ilkelerimize ve amaçlarımıza aykırı düşmesi. İşte birkaçı...

"İçinde ne olduğunu bilmiyoruz" derken açılım-çözüm süreci için yasa çıkarılmasına ön-ayak olmak. Böyle bir kararı, TBMM Grup Kararı olmadan kendi başına almak ve milletvekillerine yasaya 'evet' dedirtmek.

"Özerklik Şartı'nın çekincelerini kaldıracağız" demek, bunu ilan etmek, bunu hiçbir yetkili organın görmediği seçim broşürlerine yazıp ilan etmek.

"4+4+4" adlı yasaya karşı çıkarken savları laiklik eksenine oturtmayacaksınız" demek. Bunu bir Grup Toplantısı kararı olarak değil, gerekli görülen milletvekillerini tek tek kenara çekip söylemek.

"Türbanı biz çözeriz" demek, ama yetkili kurullarda bunun nasıl olacağına ilişkin herhangi bir açıklama yapmamak.

ABD gezisinde F tipi yapının temsilcileriyle görüşmek, bunların servis ettiği kasetler üzerinden muhalefet yapmak. "Bu yapının iş dünyasındaki varlığına dokunulması Türkiye'ye zarar verir" dedikten sonra savcısını da muteber devlet görevlisi saymak. Yerel birimlerin F tipi yapıyla kahvaltılı toplantılarda seçim çalışmaları yapması... Sonra "bizim hiçbir ilişkimiz-ittifakımız yoktur" diye inkar yoluna gidebilmek.

***

Bütün olup biten içinde açık olan ise, bir yandan açılımcılarla F Tipi yapıyı savunanları Parti'nin yetkili koltuklarına adeta çakarken; tüm bu "keyfi karar"lara karşı çıkanları hedef tahtasına oturtmaktan ibaret.

5-6 Eylül 2014 Kurultayı, işte bu yönetim zihniyetine karşı seçmenin "her kafadan bir ses çıkarmayın, yeter!" isteğine yanıt oldu.

Kurultayın bir özde bir de sözde galibi var. İstifa etmeden, baskın ve baskıcı bir kurultay örgütleyen yönetim, sözde kazanandır. İki nedenle:

Sn. Genel Başkana 944 delege imza vermiş, ama oy veren sayısı 740'ta kalmıştır. Delegeyi böyle davranmak zorunda bırakan taraf, özde yeniktir.

Merkezi yöneticilerin oy kullandığı ilk 3 sandıktaki oy dağılımıyla illerin 21 sandığındaki sonuçlar arasında anlamı pek açık bir farklılık vardır. Tavan, tabandan kopmuştur.

Seçmen "tek ses verin" isteğini sürdürmelidir. Ama buna bir ek yapmasında yarar var. Geriye hangisi kalsın? Parti-içi demokrasi ve ilkelere bağlılığın sesi mi, yoksa partiyi de Cumhuriyeti de Erdoğan'ın "Yeni Türkiye"sine uygun yönde dönüştürmeye girişmiş mevcut ses mi?

Şimdiye kadar konuşan "gürültücüler" bu mücadelenin içindeydiler. Şimdi hepimiz bunun içindeyiz.