Tekinsiz yazar
Teknolojik donanımlı Yeni Ortaçağ’da postmodernizmin tipik ve salgın söylemiyle her şeye bulaşan beylik safsata ve hurafeyi üstüne görkemli ve şatafatlı bir örtü çekerek sonra da balçığıyla hakikati sıvama yanılsaması halâ nasıl da bönce sürüyor... Özellikle kimi sanat ve felsefe tartışmalarındaki kümeleşmelerde tıpatıp tarikatlardaki ilişkinin tel tel yapışarak müritleri pîr-i mugan muhteremlere bağlamasıyla yaşanan içler acısı yavşaklıklar en mütehammil kişiyi zıvanadan çıkartabilir. Oysa sağanak başladığı anda yalanın bütün sıvalarının döküleceğini bilen kişi bilimsel yöntemin sabır ve gayretiyle didinerek iğneyle ördüğü oyaların sonucunu apaydınlık görecektir.
ORYANTALİST KİM
Birileri Hilmi Yavuz’u şiiriyle, bilgisi ve tenkit ustalığıyla, entelektüel perendebazlığıyla göklere çıkarıp Türk şiirinin ve entelektüel çabasının doruğu olarak alkışladıkça yetkinliğine hem kendi yazınsal tarikatı ve mensupları, hem edebî sarmaşıkları kökten inandı. Oysa şu sıradan olay bile, Yavuz’un yapaylığı ve oryantalizmi aşamadığının açık bir göstergesi (bkz.: Edebiyat ve Sanat Üzerine yazılar, YKY, Ekim 2005): “Riffaterre’e göre şiir, bir sözcüğün ya da bir cümlenin bir metne dönüşmesidir. Bir metne dönüşen sözcük ya da cümle ise, o şiirin (metnin) matrisi’dir (...). Demek ki şiir, matris’in dönüşümüdür.” Dört yazıda hemen hemen aynı sözcüklerle yinelediği bu Riffaterre sevdasını (s. 179, s. 278, s. 293, s. 300) yetmedi bir de şiiriyle okura taşıyan Yavuz’un alıntılarla göz boyadığı bu söylemle şiirimizdeki geleneksel bir vargıyı tükettiği yani gözden ırak tutup gönüllerden de uzaklaştırdığı görülmek bile istenmiyor. Gerçek şu ki hemen her Türk şairi, “peşine düşecek bir sözcük, dize ya da hayal bulduğunda kovalayıp şiire vardığını” Fuzûlî’den, Şeyh Galip’ten beri söyler durur. Dahası Nef’î; güzel bir uyak için babasını bile hicvedebileceğini itiraf etmiştir.
BAŞKASININ OMZUNDAN ATEŞ ETMEK
Hilmi Yavuz’un kimleri aldattığı üstüne yazımız (https://www.aydinlik.com.tr/haber/hilmi-yavuz-aldatti-mi-221926-1) dergideki dosya gereği Üvercinka’da da yayımlanınca, üstat, sosyal medyada kadı divanını kurarak başkalarının omzundan ateşe başladı (konuyu şu linkte bütün boyutlarıyla bulabilirsiniz: https://sanatolayi.com/polemik-enfiye-cekip-hapsirmaya-benzemez/). Kovboy filmlerinde esas çocuk, bir çetenin saldırısını püskürtmek için hani dört noktaya yerleştirdiği silahlarıyla farklı anlarda ateş edip zaman kazanmaya çalışır ya, Yavuz üstadımız da, her ne kadar Seyyit Nezir tek başına gelecekse bile aynı anda birkaç noktaya ateş etme olasılığından ötürü, teknolojinin getirdiği ‘aynı zamanda farklı uzamlardan en yüksek hızla hedefi ıskalamaksızın çembere alıp ateş etme’ yetisini kanlı şarkın en eski entelektüel ve en son model dijital silahşoru olarak gösterme azim ve kararındadır...
Üç bölüm olarak tasarlanan ve kadı fetvasınca Yavuz’un Habil’e, Nezir’in Kabil’e vekâletinin tensip buyurulduğu senaryonun son bölümüne geçilemez: Hilmi Yavuz apaçık anlar ki, ‘polemik; enfiye çekip hapşırmaya benzemez’. Sessizce bastırıp gider. Herkes derin uykuya dalınca sözlerini tek tuşla silip rahat bir uykuya dalar. Rüyasında ne görsün: Face’teki polemik, şeytandan başka kimsenin beceremeyeceği bir uyanıklıkla, karanlıkta kedi gözü misalince arz-ı endam ile şimşek çakmaktadır.
SAF ŞİİR VE SAF ŞAİR
Postmodern silgi yöntemini kullanmak, başkalarını bilmem ama, gelenek ve yenilik sarkacında “yazınsal yükümlülük” üstlenmiş her mürşidin başına gelecekte iş açmaz diye ummanın hiç mi hiç dayanağı yoktur. Bu arada kendileri için açılan yolu müritlik uğruna çıkmazla sonlayanların durumu da hiç iç açıcı değildir. Kovid - 19 küresel salgını başladığında kitapçılar kapalı kalacakları için dergiyi istemediklerini bildirince, Üvercinka’nın okurla buluşmak üzere Mart’ta başlattığı imeceye ikinci aşamada Barış Erdoğan ve birkaç arkadaşı da katılmıştı. Şimdi Hilmi Yavuz’un “bu imece patlar” buyruğuyla Üvercinka'dan ayrıldıklarını açıklamışlar Face'te. Erdoğan'ın ilk yazısını 30. sayıda hem de hemen 2. sayfada yayımlamıştım. Arada bir Hilmi Yavuz övgülerine de katlanarak... Çünkü benim için edebiyat demek, çeşitlilik demekti. Ne ki Erdoğan için edebiyat, pîr-i mugan dedenin müritliği demekmiş... İşte iki etik ve estetik duruş...
Erdoğan; Üvercinka’da kendisine verilen estetik mevziyi tastamam politik bir gerekçeyle, Seyyit Nezir’in politikayı şiire mültecâ kıldığı (ya da vice versa) varsayımıyla ateş çemberi ortasında terk etmiştir. Böyle durumlarda anımsamadan edemiyorum: 1984’te De Yayınevi’nde Neruda'dan ilhamla ve onun metnini en başa alarak yayımladığım Saf Şiir Yoktur kitabını görünce, masadaki şairleri tek tek süzdükten sonra, şöyle demişti Can Yücel: Saf şiir yoktur, saf şair vardır.