The Sabancı University!

Doğrudan konuya girelim. “En kötü milli eğitim en mükemmel küresel eğitimden çok daha önemli, çok daha değerlidir!” Ölümsüz Önderimiz Atatürk bu yalın gerçeği bildiği için “Tevhid-i Tedrisat (Öğretimin Birleştirilmesi)” ilkesini benimsemiştir. Peki, bu temel esası yok sayarsanız, ne olur? Karşınıza başlıkta göreceğiniz türden acayip yapılar çıkar. Memleketin kaynakları ile göbeğini yağlandıranlar, yalanın şampiyonu olan emperyalist merkezlerin ucuz mürekkebi olurlar…

SİZ ONU 'ŞEY' Mİ SANIYORSUNUZ?

Milli bir eğitim ve öğretim kurumunun ilk hedefi şudur: “Hayatta en büyük başarı ve mutluluğu millete hizmette gören, mutluluk, erdem ve haz arasında denge kurma bilinç ve yeteneğinde olan fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirmektir.”
O komplekslerde ise bencil, tüketime doymayan, bireysel refah arayan, içinde çıktığı topluma karşı sorumluluk duygusu olmayan, küresel şirket elemanları yetiştirilir. Gönüllerdeki aslan bir şirkete CEO olmaktır. Atatürk büstü olmadığı kasılmaktan başı gözü oynayanlara bir önerim var: “Bill Gates’in heykelini dikin!” Okuduğunu sananlar için güçlü bir mesaj olur! Başarının ölçüsü, daha çok para kazanma değil mi? Ama Friedrich Engels’in (1820-1895) şu cevabını da unutmayın: “Para her kapıyı açar ama kilitleyemez!”
Değerleri olmayan, güçlüye yamanarak çıkar bekleyenleri Desiderius Erasmus (1466-1536), “Deliliğe Övgü” adlı eserinde şöyle betimliyor: “Sıradan insan sadece maddi olana hayranlık besler, sadece maddi olanın gerçek olduğunu sanır. Çünkü sıradan insan önceliği paraya pula, sonra bedensel zevklere verir; onun için ruh en sonda yer alır, hatta çoğu, ruhun gözleri ile görmediğinden, kendi varlığına bile inanmaz!”
İşte böyle bir acayip yapı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin iki kez mezarlığa gönderdiği ölüyü diriltmek için Berlin’e çıkarma yapıyor. Uluslararası hukuka, tarihe, bilime, Türk milletine saplanacak hançer havada sallanıyor. Herhâlde İncil’den ilham alıyorlar: “Kalk Lazarus!”

MİLLETLER BÜYÜK EVLATLARI İLE NEFES ALIR

Hasdal Cezaevi’nde “Yeniden Kazanmak” adlı kitabımı yazdım. O sıralar ne Sayın Perinçek’i ne de İşçi Partisi’nden herhangi birini tanıyordum. Sadece gözlemlerimi kâğıda döktüm. Kitaptan aktarıyorum:
“Perinçek İsviçre’de haykırdı: “Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır.” Hepimiz bu konunun Perinçek’in özel davası olduğunu sanıyorduk. Hâlbuki emsalsiz bir cesaret ve yurtseverlik örneği sergileyerek bizi, Türkleri savunuyordu. Gurbet ellerde hapse girmeyi göze almıştı. İsviçre’nin anlı şanlı mahkemesi kararını verdi: “Al sana hapis cezası. Ama bu iyiliğimi de unutma! Cezanı 9 bin Frank para cezasına çeviriyorum.”
Ama mahkeme şunu bilmiyordu. Perinçek bir hakikat savaşçısıydı. Hedefe giden su kanallarını yüreğinde inşa ediyor, debisi yüksek coşkun ve tehlikeli sulara gözü kara dalıyordu. Perinçek, 2008 yılında rota değiştirerek, bu kez dümeni Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne doğru kırdı. Tam beş yıl sonra, 2013 yılının sonlarında hedefini tam on ikiden vurdu.
Bu yeni durum, sözde Ermeni soykırımı konusunda Türkiye’nin kazandığı ilk ve tek uluslararası zaferdir. Devletin yapamadığını Perinçek yapmış, aynı zamanda kendi beğenmiş Batılılara, “düşünce özgürlüğü nedir, ne değildir?” konusunda uygulamalı bir ders vermiştir. Hani derler ya, “bu ülkeye hizmet cezasız kalmaz!”, Perinçek de “AİHM’nin 5 yıldan fazla uzun tutukluluk ile ilgili kararına” rağmen halen Silivri zindanındadır. Bugünün Türkiye’sinde yaşayan bizler doğru ile yanlışı ayırt edebilecek bir yetkinlikte olmasak bile, Tarih bu yiğit savaşçıyı, şimdiden kahraman bir yurtsever aydın olarak kayda geçirmiştir.” Bunları yazmışım…
İki tanınmış isim: Perinçek ve Sabancı! Milletler büyük evlatları ile nefes alır. Tarihin adaletine inanırım. Ve tarih, sayfalarını düzenlerken asla cüzdana bakmaz! Vatanseverliğin tutsak, ihanetin serbest olduğu dönemler sonsuza dek sürmez! Bu iki isim Berlin’e koşuyor. Kazandığı büyük zafer ve davasının haklılığı nedeniyle Perinçek sakin ve kendinden emin! Gerektiği her anda milletine nefes oluyor… Ya diğeri?