TikTok, Facebook, BADOO, Bumble, Tinder, CUPİD ve daha neler!

Jakarta yağmuruyla meşhurdur.  Pasifik Okyanusundan Hint Okyanusuna geçen hattın orta yerinde olunca, on bin kilometre boyunca oluşan bulutlardan, Jakarta’ya mutlaka yağmur düşer.  Bazen de bardaktan değil, kovadan boşanırcasına.

Bugün de öyle oldu.  Kuzeyden, Filipinler yönünden gelen kapkara bulutlar, tüm sokakları derelere ve meydanları da göle çeviriverdi birkaç saat içinde.  Tropiklerin bu şiddetli fırtınalarına, Hawaii’den alışıktık ama yine de otel odamızda hapis olmak zorundaydık bu şartlar altında.

Hani deriz ya, “her şerde bir hayır vardır” diye, bunu da öyle farzedip, saatlerce sürecek yağmur şartlarında, bu hapishaneye benzeyen odamızda neler yapabileceğimizi düşünmeye başladık.  Biraz sonra da günün konusu, bu yazı olarak aklımıza geliverdi.  Sosyal medya, çöpçatanlık siteleri, Facebook ve benzeri “yeni medya” organlarının, insanlığın ortak kültüründe meydana getirdiği ortak sarsıntı ve erozyonu yazacaktık Aydınlık için.

Hemen koyulduk, çünkü bu yazı için yapılacak çok şey, harcanacak çok emek vardı. İlk önce bir sürü sosyal medya ve çöpçatanlık sitesini bulmalıydık.  O kadar çok sayıda vardılar ki, hangisine göz atmak gerek, bilemedik uzunca bir süre. Facebook, Instagram, TikTok, Badoo, Bumble, Tinder, Cupid. Bu kadarı yeterliydi bize, bu “yeni dünya”nın ne olup olmadığını anlamak ve anlatabilmek için.

YÜZYÜZE DERTLEŞMEKTEN SANAL TIKLAŞMAYA

Eskiden, ama o kadar da çooook eskiden değil, insanlar bir araya gelmek için kahvehaneleri, pastaneleri, üniversite amfilerini, yurt yemekhanelerini kullanırdı. Oralarda, güle oynaya, ya da kavga edercesine tartışıp, şakalaşılırdı.  Bu kişisel ilişki sırasında, insanların gözlerinden, sözlerinden ve davranışlarından onların ne olduklarını ne olmadıklarını, en beceriksiz ve yeteneksiz olanımız bile anlayabilirdi. Ondan sonra da tanıştıklarınız içinde kime arkadaş, kime yoldaş diyeceğinize veya hiç selam bile vermeyeceğinize siz karar verirdiniz.  Böylece dostlukla da arkadaşlıkla da kavga ile de bitse, o ilişkinin tam sorumlusu siz olurdunuz, yaptıklarınız veya yapmadıklarınızla.  Yalan dolan da elbette işin içindeydi. Bazılarımız yalanda ustaydılar, ama genellikle yakalandıklarında bir kenara atılma tehlikesi içinde olduklarından, onlar bile yalanlarında oldukça dikkatliydiler. Bir kere bile kandırılanlar, bir daha zor aldatılabilirdi o zamanlarda. Çünkü, aldatanın saklanma imkânı da yoktu fazlaca. Her şey gün ışığı gibi apaçık olurdu bu gibi küçük çevrelerde. Arkasına saklanacağınız öyle görünmez bir “sanal” perde, ya da arkasında oyunlar çevireceğiniz bir “sahne” bulunmazdı çünkü.

İNSAN İNSANA MUHABBETE ALTERNATİF OLABİLİR Mİ?

Böyle bir ortam ve böylesine masumiyet taşıyan bir dünya, nice yazarlar, şairler için şiirler, romanlar, denemeler ve felsefeler üretmenin beşiği olacaktı. Arkasından attığınız, lüzumsuz yere hakkında atıp tutuğunuz birine kahvehanede, ya da meyhanede rastlama ihtimaliniz çok yüksek olunca, insafsızlık seviyeniz de ona göre düşmekteydi. Yani ayağınızı denk alma zorunluluğunu, herkes bilirdi. Kısacası, Yaşar Kemal’in, Nazım Hikmet’in, Orhan Veli’nin, Orhan Kemal’in içinde yetiştiği ve birer edebiyat abidesi oldukları eski Türkiye böyle bir yerdi. Aslında o dünyanın her tarafı böyle idi. Lüzumsuz bir abartma ve nostalji de yapmak istemeyiz ama, belki de sadece insan olmanın eksikliklerini masumca taşıyan bir zamandı onlar.

Şimdi, bu Jakarta fırtınası altında test etmeye çalıştığımız, “yeni dünya”nın çevresi ve kurallarını, nelerle karşılaşacağımızı bilememenin heyecanı ve ürküntüsü ile işe koyulmuştuk.

DİKKAT EDEBİLME SÜRESİ HER GÜN AZALIRKEN

İlk önce, bir süredir kendimizin de kullandığı Facebook’a alıcı gözle bakmaya başladık.  Seneler içinde bizimle “arkadaş “olmak isteyen hemen herkese evet dediğimiz için, sayısı 4000’e varan bir çevremiz oluşmuştu. Ama el emeği göz nuru yazdığımız ve Facebook’a koyduğumuz bizce güzelim yazılarımız, sadece ortalama 40 civarında “beğeni” alıyordu.  Eğer yazı sadece bir kısa paragraf ve bir sürü fotoğraftan oluşursa, bu sayının on katına kadar çıkıp 350-400 bile olduğunu görüyorduk. Yani sosyal medyanın en çok kullanılanında bile, bakanların sadece fotoğrafları gördüğü bir göz kalmıştı. Fotoğraf varsa bakılıyor, yoksa es geçiliyorduk.

Jakarta yağmurunda, Facebooktan sonra TikTok denilen medya aracına geçtik.  Her biri iki dakikalık, belki de 50 kadar video izletti bize Facebook. TikTok herkesin içindeki artisti, teşhirciyi, tiyatrocuyu, şairi ortaya çıkarmışa benziyordu sanki. Özellikle de dünyanın her tarafından genç kadınların birbirleri ile yarıştığı bir arena olduğunun farkına varıyorduk seyrettikçe.  Aklınıza gelebilecek ve gelemeyecek her konuda bir yarış vardı orada. Özellikle de cinselliklerini sadece öne çıkarmak değil, mümkün olduğunca abartmak çabası içindeki binlerce genç kadın.  Kimileri yarı çıplak tarlada çalışmakta, kimileri yapabilecekleri en seksi dansları ortaya dökmekte, kimileri yarı çıplak soğan doğramakta!  İnsanı en dehşete sürükleyen seri ise, genç kadınların uygunsuz yerlerini kazara göstermeden, iç çamaşırlarını çıkarma videoları.

BİZ BURALARA NEREDEN GELDİK? YOKSA HEP BURADA MIYDIK?

Bunlara bakarken, insanlık hep bu durumdaydı da biz mi bilmiyorduk diyesi geliyor insanın. Normal olarak, kadınlarımızın sadece özel şartlar altında ve özel kişilerle yapacakları şeyleri, milyonların gözüne sokar gibi sosyal medya platformlarında sunmaları, yepyeni bir kültürel “aşama” olmalı insanlık tarihinde, herhalde. Bunca yılın feminizmi, kadın hakları mücadelesi, ne idüğü belirsiz bir Me-Too hareketi, cinsel eşitlik kavgası, nasıl olup da bu kadar kısa bir zamanda çöpe gidebilir ki? Cinsellik konusunda her problemi veya her olumsuzluğu “eril” dedikleri erkeklere yükleyen sevgili feministlerimiz, tüm dünyada bu konuda neden tek kelime söz etmezler, onu da anlamak çok zor.  Çünkü bu tür videolar ve sosyal medya saçmalıkları, gönüllü olarak ve büyük bir narsizmle, kadınlarımız tarafından yaratılıp yayılıyor.  Yani, yıllardır mücadelesini verdiğimiz kadın eşitliğini, sanki bu tür medya üzerinden cinsellik akan narsist gösterilere bir zemin yapmış oluyorlar gibi. Bana şimdi kalkıp da “ama TikTok’un veya Facebook’un kurucuları erkekler” diye hikâye anlatanları da buradan susturmak isterim. Çünkü Tesla’nın kurucusu Elon Musk da bir erkek, ama şoför koltuğunda oturanın cinsiyetine bakmaksızın, aynı Tesla uçurumdan da aşağı gidebiliyor, cennet gibi koylara da. Yani kabahat araçta değil, aracı kullanan sürücüde; Tesla’da da TikTok’ta da.

Jakarta’nın sellere sebep olan bir gününde, sosyal medyada yaptığımız bu zorunlu ziyareti burada kesip, sevgili halkımızın dediği gibi “Allah akıl fikir versin” diye bitirelim bari. Çünkü diyecek başka bir şey bulamamaktayız, gördüklerimiz konusunda. Sadece, sosyal medya araçları üzerinde insanlığın daha çok düşünüp, çok daha etkili kontrol mekanizmaları icat etmesi gerektiğini belirtelim, o kadar.