Totaliter rejimler ve demokrasi (TAMAMI)

NABIZ

TOTALİTER REJİMLER VE DEMOKRASİ


Demokratik olmayan egemenlik hakkını şu ya da bu yolla halkın gerçek iradesine bırakmayan, yönetimlerde, tek adamın iradesi ve uygulamaları keyfi ve geçerli oluyorsa, bu rejimlere siyaset bilimcileri ”Totaliter Rejimler” diyorlar.
Çağımızda bu tür rejimler sadece topla tüfekle gelmiyor. Sıklıkla demokrasi adına ulusların başına dertler de açabiliyorlar.
Bir kişi, ya da bir grup sandıktan da çıkarak gelebiliyor ve insan hak ve özgürlükleri, hukuk adalet, kavramları bir adamanın, ya da o bir adamın iki dudağı arasından çıkacak sözle düzenlenebiliyor.
Almanya’da Hitler- Nazizim- rejimi seçimler yoluyla gelmedi mi? Faşizm’in temsilcisi Mussoloni de.
Bu rejimlerin en ayırıcı niteliği “Tek Adam”ın ağzından çıkan her buyruğun Yasa anlamını da taşımış olması değil midir? Bırakın, çağımızı, tek adamlar eski Yunan’da tiranlıklar, eski Mısır ‘da Firavunluklar ve bazı site devletlerinde de vardı.
Çağımızın özelliği, bu tür yönetimlerin bir adamın demokrasiyle makyajlanarak halka sunulması, o tek adam’ın türlü renklere boyanmış olarak “Demokrasi” nin ambalajlanmış kutusu içinden çıkarılması hokkabazlığıdır.
Ünlü alman filozofu Nietzche bir de kalkıp “üstün insan” formülünü ortaya atınca ortaya atınca, işler daha karışmış ve pek çok ülkede yönetimin başına geçirmek için üstün insan aranmaya başlamıştır. Üstün insan bir de yanına din kuvvetini alır ve tarikat dehlizinden çıkmışsa, işte o zaman, ne insan hak ve özgürlükleri kalmıştır, ne merhamet duygusu, ne de bireyin hakları. İşte Faşizm de Nazizim de böylece yaşam alanında bazen güç bazen de ,sandığı kullanarak, ulusların ve devletlerin maceradan macera koşmasını sağlamıştır. Hitler Alman halkını, Mussoloni İtalyan halkını felaketlere , dünyayı ise savaş girdabına sürüklemiştir.
DEMOKRASİYİ KULLANMAK
Oysa Demokrasi bireylerin özgür iradesinin sınırsız bir tarzda sandığa yansıdığı rejimdir. Tarih; İkinci dünya savaşını insanlığa sandıktan çıkma diktatörler eliyle yaşattı.
O nedenle Türk düşünce tarihinde “Osmanlının küllerinden” ve Osmanlının Padişah diktatörlüğünün teba dediği ümmetten bir ulus çıkarırken,Mustafa Kemal’in ağzından “Hürriyet, Cumhuriyet ve Demokrasi”düşmüyordu. Gazi, esin kaynağı olarak 1789 Fransız devrimini aldığından şöyle diyordu:
“-Bizim milletimiz esasen demokrattır. Yapabileceğimiz bir şey varsa bu yaratılış özelliğimizi yok etmek isteyenleri bertaraf etmektir. Bir millet bir grup sadece, bir ferdin gayreti ve çalışmasıyla bir adım bile atamaz. Milletin egemenliği öyle bir ışıktır ki; onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yıkılır. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş kurumlar her tarafta yıkılmaya mahkumdur.”İşte Jacoben devrimci sanılan Atatürk’ün gerçek düşüncesi budur.Jacobenlik koşulların zorunluluğuydu.
İsmet Paşa sıcak savaş sonrasında, büyük olasılıkla, bu nedenle demokratik ve çok partili yaşama geçiş adımını atmıştı.
GÜNÜMÜZDE DEMOKRASİ ANLAYIŞI
DP ‘nin kuruluşundan 4 yıl sonra “Tek Adam- Milli Şef- Tek Parti”devri Atatürk’ün dediği biçimde yıkıldı ve yerine sandıktan çıkan yeni parti oturdu. Ne zamana dek? DP iktidarının Atatürk’ün düşündüğü koşullara karşı sandık ve demokrasi oyunlarıyla ille de “sabık iktidar olmamak - yoluna sapıncaya kadar. Ulusun iradesini kötüye kullandılar, Tahkikat Komisyonları kurarak Yargının görevini Komisyonlara havale ettiler. Cezaevlerini, düşüncelere yasak koyarak aydınlarla doldurdular ve kehanet gene işlerliğini devam ettirdi ve Gazinin dediği gibi bir gecede yok olup gittiler. Dini siyasete alet etmek de yanlarına kar kaldı.
12 Eylül’den sonra yeniden demokrasiye dönüş, “İşlerini tamamlayan çocukların” eski görevlerine dönmesiyle Turgut Özallı süreci başlattı. Özal’da iktidardan gitmek istemediği için demokrasinin ve sandığın önüne barajlar koydu ve yolsuzluklara, adaletsizliklere, Anayasa ihlallerine göz yumdu.Hatta meşru gördü.
Tercümanın sahibi rahmetli Kemal Ilıcak anlatırdı:
“Turgut Bey kendisini ilahi takdirin yarattığını sanıyor”
Özal devri; kimilerine göre Türkiye’nin dışa açılış dönemleridir. Menderes “Her mahallede bir milyoner” yaratmak istiyordu. Özal ise, kendi zenginlerini yarattı ve doğal bir ölümle gitti. Ancak gerisinde bir acı demokrasi ayıbı bırakarak:”Liderler egemenliği ve çoğunluğun azınlığı ezebileceği bir sistem!” İşte o günden bu yana Türkiye hem dış etkilerle, hem de Liderler oligarşisiyle yönetiliyor. Siz hiç iktidar ve muhalefet partilerinde bu güne dek, siyaseti liderlerin dışında belirleyen bir uygulamaya rastladınız mı? Hala Başbakana bağlı oy makinelerinin dışında bir söylem tarzı, yani parti içinden yükselen aykırı ses?
Türkiye 12 Haziran’da seçime bakın hangi koşullarda gitmekte:
Devletin olanaklarını kullanan bir iktidar partisi ve onun tek adamıyla.
Kamera şakalarıyla hiç yoktan var edilmiş bir Ana muhalefetin tek adamıyla.
Halkın istemlerini, arzularını değil, kayıkçı kavgalarıyla ve göstermelik ana muhalefetin alanlardaki üslup kirliliği sırıtan ağız dalaşıyla
Dış politikada teslim olmuş, ordusunu perişan etmiş ve iki de bir de gözdağı vererek, Orgeneralinden teğmenine dek sindirmede başarılı olmuş bir iktidarla.
Verilen oyların geleceği konusunda kuşkulu, teknolojinin kullanımı yoluyla, yaptıkları seçim hokkabazlıklarına karşı duramayan ve bilinci kafa karışıklığıyla malül bir seçmenle.
Bu; Atatürk’ün dilediği, hedef seçtiği demokrasi değil. Bu sandıktan çıkanın meşruiyeti tartılışır, sonucu anketlerde şimdiden belli bir seçim.
Oysa özlemi çekilen demokrasi; Atatürk’ün içerde ve dışarıda tarifini yaptığı sistemdir. Son olarak Atatürk’ün demokrasi ve dış politikasından bir örnek daha verelim:
“Biz, hukukumuzu ve istiklalimizi korumak için mücadelenin kutsallığına ve hiçbir kuvvetin bir milleti yaşamak hakkından mahrum edemiyeceğine inanıyoruz. Misak-ı Milli’yi kabul ederek, maddi ve manevi sahada bağımsızlığımızı tanıyanları dost kabul ediyoruz. Bizim uygulanabilir gördüğümüz siyaset, Milli siyasettir. Siyasetimizin özü Yurtta Sulh, cihanda sulhtur”(Siyasi Düşünceler Tarihi- Metin İşçi-s-341-342)

kurtulaltug@aydinlikgazete.com