Tozkoparan
İstanbul Güngören’de Tozkoparan mahallesindeki Sosyal Meskenler olarak bilinen binalar 1960’lı yıllarda gecekondu önleme amaçlı olarak yapılmıştı. 1990’lı yılların başında bu mahalledeki Osman Ülkümen Lisesi’nde okudum. Arkadaşlarımın bir kısmı sosyal meskenlerde otururdu. Tozkoparan mahallesi, yoğun göçlerle kozmopolitleşmiş klasik bir işçi semtidir. İş güç sahibi, büyük kent hayatına şurasından burasından tutunmayı başarmış ekmeğinin derdindeki insanlar dünyası...
Uzun zamandır yazmak istiyordum. Tozkoparan’da artık kabak tadı vermiş bir kentsel dönüşüm kanırtması var. Kendilerine sağlanan yetersiz kamu desteği karşısında bir süre direnen, ama bir biçimde seçenek yaratabilenlerden başlayarak adım adım çözülen bir mahalleli direnişi yaşandı orada. Yıkıldıktan sonra yeniden yapılacak evlerin farkını ödemeye gücü yetenler oldu. Yetmeyen ve mahalleyi terk edip başka bir yere taşınanlar oldu. Geriye evinden çıkarsa bir daha Tozkoparan’a dönemeyecek olan ama yüksek kiralar nedeniyle evini terk ettikten sonra şimdiki yaşam standartlarını da bulamayacak olanlar kaldı. İyice yalnızlaştıkları için kentsel dönüşüm programının karşısında artık bir grup fuzuli çıkıntı gibi duruyorlar.
Çok basit ve tartışma götürmez bir gerçek var: Kentsel dönüşüm şart. İstanbul büyük depremini bekliyor. Zaman daraldı ve bazı semtlere derhal müdahale edilmezse yıkım büyük olacak. Neyin yıkımı? Binaların, ekonominin ve tabi insanların… Peki, ama bunlar içinde en önemlisi hangisi? Binaların mı yoksa insanların mı yıkılacak olması? Önem sıralamasında ilk sıraya neyi koyacağız?
Çok basit ve tartışma götürmez ikinci bir gerçek daha var: Kamu düzeninin merkezinde ya da hizmet hiyerarşisinin tepesinde insan unsuru vardır. Her şey yurttaşların güveni, huzuru ve mutluluğu içindir.
Kentsel dönüşüm insan için, daha güvenli ve yaşanabilir kentsel ortamı yaratmak için olmalıdır. Kentsel dönüşüm gerektiği gerçeği ile yurttaşların güvenliği gerçeği arasındaki ilişki hiyerarşiktir. Önce yurttaşların güvenliği ve mutluluğu sağlanacaktır. Başka hiçbir sosyal güvenceleri ve gidecek yerleri olmayan insanları, birkaç gün zaman kazanmalarını sağlayacak uyduruk bir ekonomik destekle evlerinden çıkmaya zorladığınızda kamu yönetiminin insan unsurunu bina unsuru ile değiştirmiş oluyorsunuz.
Kamu gücü zorlayıcıdır. Hepimizin ortak yararı, bireysel yararlardan üstündür. Bazı insanların gereksiz inat, kapris, alışkanlık vb. gibi kişisel güdülerle kamusal bir zorunluluğa direnmeye çalışmaları dikkate alınmaz. Ancak kişisel güdüsü ne olursa olsun, bir insanın evini boşaltmaya zorlanması hak kaybıyla sonuçlanamaz. Bu insanlara evleri yeniden yapılıncaya kadar mümkünse çok yakın yerlerde barınmaları için imkân sağlanmalıdır, sağlanmalıydı. Ev kiralarının başını alıp gittiği bir ortamda, ancak köylük bölgelerde ev kiralamanıza yetecek tutarlarda yardımlar yapmak, on günlüğüne otel hizmeti ya da eşya taşıması için araç sağlamak hak kaybını telafi etmek değildir.
Kentsel dönüşüm pahalı bir iş. Dönüşüme giren semtlerin sakinlerinin mağdur edilmemesi için onların barındırılacağı binalar bulmak, inşa etmek, konteyner yerleşim yerleri kurmak vb. gerekir.
Devlette bunlar için kaynak yok. Toplanan deprem vergileri çoktan başka amaçlar için kullanıldı, tüketildi. Kronikleşmiş siyasal popülizm, yapılmasında gerçekten kamu yararı olan kentsel dönüşüm işini bu kaynak kıtlığı ortamında en altta kalan insanların canını çıkarta çıkarta yürütmeye çalışıyor.
Depremin olacağını bilen bir siyaset kadromuz olsaydı, deprem için toplanan vergiler kentsel dönüşüm kaynağına dönüştürülür, halk yeni evleri yapılıncaya kadar kendilerine tahsis edilmiş binalara yerleştirilirdi. “Biliyorlardı” demek faydasız. Bilmiyorlardı! Çünkü bilmek yapmakla ölçülür. Bize para değil, devlet aklı lazım. Tarih bilinci, planlama anlayışı… Yarının geleceğini bu günden bilen rasyonel bir siyaset tarzı lazım bize.