TRT-2’de bu akşam: ‘Cennetin Rengi’

Mecid Mecidi (Majid Majidi) günümüz İran sinemasının uluslararası arenada da iyi tanınan en önemli temsilcilerinden biri. Tahran doğumlu 63 yaşındaki yönetmen, 1988’de başladığı sinema yaşamında “Kaçakçı” (1992), “Baba” (1995), “Cennetin Çocukları” (1997), “Baran” (2001), “Söğüt Ağacı” (2005), “Serçelerin Şarkısı” (2008), “Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi” (2015), “Güneşin Çocukları” (2020) gibi hayranlık uyandıran ve ses getiren filmlere imza atmıştı. Bu akşam TRT-2 ekranında gösterilecek olan “Cennetin Rengi” (1999) ise Mecidi’nin en sevilen filmleri arasında yer alıyor. Özgün adı “Rang-e khoda”nın gerçek anlamı “Allah’ın Rengi” ama film Türkiye’de “Cennetin Rengi” olarak biliniyor.

Filmlerinde aile kavramına özel bir önem veren Mecidi, “Cennet Rengi”nde Tahran’daki körler okulunda eğitim gören Muhammed’in öyküsünü anlatıyor. Okul yaz tatiline girince bütün çocuklar ailelerince alınıp götürülürken küçük Muhammed uzun süre babası Haşim’i beklemek zorunda kalır. Adam nihayet gelir ama Muhammed’i köye götürmek konusunda isteksiz ve gönülsüzdür. Bir süre önce karısını kaybetmiş olan ve yeniden evlilik hazırlıkları yapan Haşim, üç ay boyunca Muhammed’in kendisine ağır bir yük olacağını düşünmektedir. Çocuğun gözleri görmemektedir, babasının ise oğluna karşı gönül gözü kapalıdır. Öğretmeni ve okul müdürünün ısrarı sonucu zoraki olarak babasıyla birlikte köyüne giden Muhammed, ninesi, kız kardeşleri ve doğayla baş başa kalacağı günler geçirecek, seslere ve dokunuşlara olan hassasiyeti sayesinde mutluluğu ve “Allah’ın rengini” hissedecektir.

DOKUNMAK VE DUYMAK

Muhammed’in okulda babasını beklerken yere düşen bir kuş yavrusunu alıp ağaca tırmanarak yuvasına bırakması gibi müthiş bir sahneyle ritim tutturan “Cennetin Rengi”, insanın insana ve babanın oğluna yabancılaşmasının yanı sıra doğayla ve masumiyetle bütünleşme ekseninde son derece etkileyici bir süreci aktarıyor. İran sinemasının mümkün olduğunca “olumsuz karakter” çizmeme prensibi gereğince klasik iyi-kötü ayrımına başvurmadan “Allah’a yakınlık” ve “Allah’a uzaklık” çerçevesinde bir anlatı tutturan Mecidi, “dokunmak” ve “duymak” üzerinden bir varoluş öyküsü aktarıyor. Alabildiğine gerçekçi ve bir o kadar da masalsı bir film bu. Filmin Batı’da, özellikle de ABD’de yoğun ilgi görmesinin nedenlerinden biri de bu aslında; Batı’da artık rastlanmayan değerlerin Doğu’da adeta yerden fışkırır gibi ruhlara nüfuz etmesi ve gerçeğin masalla, maddi koşulların maneviyatla iç içe geçmesi.

CENNETİN VE DÜNYANIN RENGİ

Başroldeki gerçek bir görme engelli olan Muhsin Ramazani’nin harika bir oyunculuk sergilediği “Cennetin Rengi”, İran kültür tarihinde özel bir yer işgal eden “körlük” olgusunu ne denli yetkin biçimde içselleştirdiğinin ilk kanıtı. Usta yönetmen 2005’te çektiği “Söğüt Ağacı” filminde de bu temaya dönüş yapmıştı. Filmde gözleri görmeyen 40’lı yaşlardaki bir edebiyat öğretmeni olan Yusuf’la tanışmıştık. Sekiz yaşından beri kör olan Yusuf’un gözleri Paris’teki ameliyat sonucu açılıp da ülkesine döndüğünde, aslında “görecek fazla bir şey olmadığını” anlıyor, bir anlamda “cennetin rengi”nden “dünyanın rengi”ne geçiş yapıyordu.

Uluslararası film kategorisinde Oscar’a aday olan beş film arasına girme başarısı gösteren “Cennetin Çocukları”yla kamera karşısında çocuk oyuncuları yönetmek konusunda ustalığını gösteren Mecidi, “Cennetin Rengi”nde de bu başarısını tekrarlıyor. Muhammed’in iki kız kardeşi, özel olarak seyredilmeyi hak ediyorlar örneğin.

Daha önce seyretmediyseniz bu akşam “Cennetin Rengi”ni kaçırmamanızı öneririm. Seveceğinize eminim.