Tuncel Kurtiz'i tanıyabilmek
Yılmaz Güney'in deyimiyle "ihtiyar" adam da aramızdan ayrılıp gitti. İhtiyarlık, onun yaşıyla ilgili değil de, aksine bir düşünür edasına ya da karizmasına sahip olmasından gelen bir yakıştırmaydı. Okuyan, dinleyen, düzgün ve anlamlı konuşmayı kendisine ilke edinmiş, kendine özgü yaşam felsefesiyle dünyayı farklı algılamayı girişmiş bir sanatçının da ötesinde bir düşünür edasına sahip bir kişiliğe sahipti. Belki de o denli sevilip sayılması, erdem olarak tanımlanacak birçok özelliği kendine özgü biçemi ile yansıtıp paylaşabilme yeteneğinden geliyordu.
Tuncel Kurtiz'i anlamak pek kolay değildi. Kendisini dolaylı yollardan çözülmeye açık bırakan, onca dışadönük karakterine rağmen, kendini saklayan bir adamdı. Onun dünyasına girmek ne kadar zor ise, çıkmak da o kadar güçtü.
Arabasının önü kesiliyordu
Adana Altın Koza Film Festivali'nde kazandığı onur ödülü nedeniyle kitabını yazarken Kurtiz'i daha yakından tanıma olanağına kavuştum. Kitabın hazırlandığı günlerde Antakya'da çevrilen bir dizide oynuyordu. Doğal olarak kitabın bir kısmını Antakya'daki bir otelin odasında yazdık. Günlerce, sabahın erken saatlerinden günün geç vaktine dek devamlı konuştuk. O anlattı, ben yazdım.
Çoğunlukla bu çeşit biyografik türdeki kitaplarda, kitaba konu olan kişinin benmerkezciliği, nesnel ölçütlerin dışına kaçınılmaz olarak çıkmasına karşın, onda, bu bilinen -yanıltıcı ve tek taraflı yönlendirici- tavrı hiç yaşamadım. Olabildiğince gerçekçi, olabildiğince benmerkezci tavırdan kaçmak isteyen tavrıyla, kendini değil, yaşadığı dönemler içindeki bir sanatçının portresini çizer gibiydi. Yani olayları yaratan bir Tuncel Kurtiz yerine, olayların oluşturduğu bir Tuncel Kurtiz'i anlatıyordu. Kimi olayları kendi gücü ve yeteneği ile oluşturmasına karşın.
O günlerde kendisini rahatsız eden tek şey ise, kendisine gösterilen aşırı ilgi idi. Kitabı yazdığımız sürece dışarı çıkıp bir restoranda yemek yiyemiyorduk. Arabasının önü kesiliyor, bir anda çevremizde onlarca kişi birikiyordu. En ücra restoranları seçmemize rağmen, yine de bu izdihamdan kurtulamıyorduk. Bu durum, sevilen bir sanatçıya gösterilen ilginin de ötesinde bir şeydi.
Ama bu ilgiden pek hoşnut olmuyordu. Hatta gözle görülür bir şekilde rahatsızlığını hiç çekinmeden dile getiriyor, kimi sevgi gösterilerini ve eylemlerini geri çevirmekten kaçınmıyordu. Bu tür davranışının nedenini sorduğumda ise, hiç beklemediğim ya da düşünemediğim bir şey söyledi: "Bugüne dek birçok önemli tiyatro oyununda oynadım, hatırı sayılır ödüller kazandım. Sinemada Bitmeyen Yol, Otobüs, Bereketli Topraklar, Sürü, Umut, Duvar gibi birçok filmde oynadım, ama beni herkes dizide oynadığı adla tanıyıp yanıma geliyor. İsmimi bilmeyenler bile dizideki isimle bana sesleniyor. Bunu hazmedemiyorum, bu durum ağırıma gidiyor. Sanki bugüne dek hiçbir şey yapmamışım gibi."
Sadece Ramiz Dayı yok
Dizide canlandırdığı karakterin adıyla kendisini tanıyıp aşırı ilgi gösteren kişileri kimi zaman tersleyen Kurtiz, Antakya'da gecenin bir vakti gittiğimiz bir kahvehanede "Sen Umut ve Sürü filminde oynayan Tuncel Kurtiz misin" diyen çırak ile gecenin geç vaktine dek nasıl sohbet ettiğine de tanıklık ettim. O gece, filmleriyle tanınmanın o anlatılmaz coşkusunu hem yaşamış hem de çevresindekilere şiirler, şarkılar okuyarak yaşatmıştı.
Ne gariptir ki aramızdan ayrıldığında tüm yazılı, görsel medyanın, sanki ağız birliği etmişçesine ondan yalnızca, onca önemli oyun ve filmini ıskalayıp Ramiz Dayı diye söz etmesi biraz tuhaf oldu.
İyi ki Tuncel Kurtiz bunu görmedi. Yoksa o gür sesiyle neler diyebileceğini tahmin etmek zor olmazdı.