Türk basını çok kötü sınav verdi

Basının Ukrayna sınavı tam bir felaket! Televizyonlarda haberleri, tartışma programlarında yorumları dinlerken utanıyorum. ABD'nin özellikle çok yakından tanık olduğumuz bölgemizde çıkardığı savaşları ve sonrasını anımsıyorum. Diyorum ki iki gün sonra nasıl hesap verecekler. O kadar açık ki yalan olduğu. Haberin üzerinden akıyor. Bas bas bağırıyor. Ben yönlendirme haberiyim diye.
Ama bizimkiler taraf.
NATO kafa. Gözlerini kör etmiş.
Hem de ABD tarafı.
Bu ne demek? CIA tarafı!
Türkiye'de cesaret işi.
Nasıl ballandırıyorlar. Bire de bin katıyorlar. Hele de kadın gazeteci ve sunucuysan. İşe bir de analık duyguları giriyor.
Ağlamaklı.
Yalan katmerleniyor. Oyun gibi. İnsanın gülesi geliyor. Afedersiniz bu kadar da “şapşallık” olmaz diyesi geliyor.
Sarsası geliyor.
Meslek icabı.
Oysa Türkiye basını deneyimli. Yani öyle olmalı.
Yaşanmışlığımız kaç tane kitap oldu.
ABD basını bile yıllar sonra bütün bu çıkardığı savaşlardaki üç kağıtları yazdı. Ustalıklarını. Yaratıcı yöntemlerini. CIA'nın özel birimlerinin marifetlerini.
Hepsini okumaya çalışırım.
Görüntülerle filan aktardılar hep. Nasıl kurguladıklarını.
İzlerim.
Yeniden önüme çıkarsa bileyim.
Çünkü Türkiyem hedef. Hele şimdi. Namlular üzerimize çevrilmiş çepeçevre.
Aman oyuna gelmeyeyim, kaygısıyla.
Gazeteciyim.
Siyasetçiyim.
Daha da büyük sorumluluk yükler.
Çifte hesap.
Öyle öğrendik. Öyle öğrettik.
Türk basını cesaretlidir. Yani öyleydi.
Liyakat! Liyakat!
Başkasına gelince bağırıyoruz da...
Ama kıstaslar değişti, değil mi...haklısınız.
Bir simit, bir çay... Cağaloğlu yokuşu???
Gerçek peşinde.
Gözünü kırpmadan bedel ödeyen.
Bize elveren gazeteci geleneğimiz.
Nerede kaldı?

ARŞ YİĞİTLER VATAN İMDADINA

Namık Kemal, Deva çıkmazının kapı komşusu.
Vatan yahut Silistre hemen yanı başımızda, Hacopulo Pasajında 13 numarada yazılmış. Ebüzziya Tevfik’in çıkardığı Sirac gazetesinin eki olarak verilmiş.
Namık Kemal'in ilk oyunu. 31 Mart 1873 Pazartesi günü İbret gazetesinde "Tiyatro" başlıklı köşesinde yazımını bitirdiğini söylüyor. Salı akşamı sahneye konacağı haberi veriliyor.
Oyunun gerçek adı aslında “Vatan”.
Sakıncalı sözcük.
Sansür!
“Silistire” adıyla yayımlanmış. Sonra Vatan yahut Silistre diye anılmış.
Adının ne olduğu ne farkeder ki, öyle değil mi.
Oyun genç bir kız ve Kırım Savaşı'nda cepheye gönüllü giden sevgilisinin öyküsüdür.
Zekiye sevgilisinin ardından asker kıyafetine girer ve Silistire'de vatan savunmasına katılır. Silistre Kalesi, 15 Mayıs 1854’te Rus ordusu tarafından kuşatılmıştır. İmparatorluğun her yanından gelen gönüllüler, Osmanlı vatanseverleri kaleyi savunmak için koşarlar. Zekiye, erkek kılığında Adem adıyla gönüllülerin arasına karışır. Sevgilisi İslam Bey yaralanır, ona bakar. İslam Bey, yaralı olmasına rağmen yanında Zekiye ile birlikte düşman cephanesini ateşlemeye giderler...
Vataseverlik ve kahramanlık!
Yeni Osmanlılar.
O duygular Osmanlı toplumunu sarmış. Şimdi bile insanı heyecanlandırıyor.
Mustafa Kemaller de öğrencilik yıllarında geceleri gizlice okuyorlar.
Cumhuriyet Devrimini besleyip büyüten kökler.
Oyun sahnelenir. 1 Nisan 1873. Namık Kemal'in sağlığında sahnelendiğini gördüğü tek oyunu.
Zekiye rolü için yarış var. Nasıl bir rekabet, bir bilseniz. Kapanın elinde kalmış.
Osmanlı kadınlarının da yüreğine vatan ateşi düşmüş.
Öylesine muhteşem bir coşku sarmış her yanı.
Oyunu seyreden, dördüncü bölümdeki şu marşı dinleyip de coşmayan “evlad-ı vatan” olur mu!

İşte adû karşıda hâzır silâh
Arş yiğitler vatan imdadına
Arş ileri, arş bizimdir felâh
Arş yiğitler vatan imdadına

Cümlemizin vâlidemizdir vatan
Herkesi lûtfuyla odur besleyen
Bastı adû göğsüne biz sağ iken
Arş yiğitler vatan imdadına

Şân-ı vatan, hıfz-ı bilâd ü ibâd
Etmededir süngünüze istinâd
Milleti eyler misiniz nâmurad
Arş yiğitler vatan imdadına

Rehberimiz gayret-i merdânedir
Her taşımız bir nice cânedir
Câne değil meyl bugün şânedir
Arş yiğitler vatan imdadına

Yâre nişandır tenine erlerin
Mevt ise son rütbesidir askerin
Altı da bir üstü de birdir yerin
Arş yiğitler vatan imdadına

Vatan evlatları bizim (“olacak olan!”) binanın önünden sloganlar atarak coşkuyla akın akın geçiyorlar. Namık Kemal'i görmek için gazetenin önüne, Hacopulo Pasajına geliyorlar. “Yaşasın vatan!”, “Yaşasın millet”, “Yaşasın Namık Kemal!” “Allah bizlerin muradını versin, biz muradımızı isteriz..” sloganları atıyorlar. (“Murad” padişah Abdülaziz’in yerine veliaht Murad Efendi’nin tahta geçirilmesi dileği olarak algılanıyor.)
Namık Kemal, oyunun etkisinin konusundan dolayı olduğunu yazar.
“Mazhar olduğu rağbetin mefhareti nefsime ta'alluk etmediğindendir. Çünkü oyunun hâsıl ettiği neticeye sebep, suret-i tertibi değil, mevzuudur. Tiyatro ma'razında o zamana kadar görülen şeyler, ekseriyet üzere başka milletlerin ahlâk ve âdât ve eşkâl ve tezyînâtiyle setr olunmuş bir takım hissiyât-ı kalbiye ve muâhezât-ı hikemiyyeden ibaret iken, umûmun â'zam-ı te'essürât ve belki maksad-ı hayatı olan vatan muhabbeti, silâh-i Osmanînin en şanlı me'âsirinden bir cihad-ı hamiyet ta'rifâtı arasında enzâra arz-ı cemâl edince, bittabi' tiyatroya sevâbık-ı fâhiremizin bîr âyine-i in'ikâsı. Fezâil-i milliyyemizin bir levha-i temaşası nazariyle bakıldı. O cihetle rağbet, ümidlerin bin kat fevkine çıktı.”

SÜRESİZ SÜRGÜN EDENLER DEĞİL BİZ KAZANDIK

Oyun 3 Nisan'da tekrar oynanıyor. Yine heyecan ve gösteriler. 5 Nisan'da gazete kapanıyor. Ertesi gün tutuklanıyorlar ve 9 Nisan'da Sultan Abdülaziz’in “muzır neşriyat ve harekette bulunmakla” suçlayan fermanıyla mahkemeye bile çıkarılmadan süresiz sürgüne gönderiliyorlar. Namık Kemal'le birlikte Ahmed Mithat, Ebuzziya Tevfik, Bereketzâde İsmail Hakkı ve Menâpirzâde Nuri Bey...
38 ay!
Kıbrıs'ta Magosa zindanında kaldığı kuledeki yeri ziyaret ettim.
Oradan yazdığı mektupları okudum.
İlk mektubunda yazdığı gibi “mezar” gibi taş küçük ve dar bir hücre. Yatak niyetine tahta kerevet üzerinde ince bir şilte. Rutubet. Sıtma. Ağrılar sızılar. Kocaman sivrisinekler. Kertenkeleler. Mektuplarını mutlaka okuyunuz. Magosa'nın iklimini, coğrafyasını, bitki örtüsünü bile öğreneceksiniz. Ailesiyle ilişkilerini, dostlarıyla neşeli şakalaşmalarını... Hemen bütün eserlerini bu dört duvar arasında yazdığını biliyor musunuz... siyasetten ve gazetecilikten uzak kalmanın özlemini... okuyacaksınız. Kısaca vatanseverliğin mutluluğunun tadına varacaksınız.
O küçük taş hücreden güçlenerek çıktım.
Mektupları siyasi kimliğimize ve gazeteciliğimize yön verdi.
Arkadaşlarımızı Deva Çıkmazı'ndan, Beşiktaş'tan dimdik uğurladık. Ama davul zurnalarla da söke söke aldık.
Duvarları yıktık.
Şimdi yine görev başındayız.
Vatan savunmamız devam ediyor.
Gerçek peşindeyiz.
Türkiye penceresinden güneşi görüyoruz.