Türk güreşinin altın yılları
Türk güreşinde yan yana anılan, birlikte anımsanan iki büyük efsane. Biri Yaşar Doğu, öteki Celal Atik... Elbette ötekiler de... Gazanfer Bilge, Nasuh Akar, Mersinli Ahmet...Onlara yakışan en güzel adı Batılı kadınlar buldular: Kara saçlı kuvvet ilahları...1946’larda Türk güreşinin altın yılları Celal Atiklerle, Yaşar Doğularla başladı. 1948 Londra Olimpiyatlarından sonra ise bu kuşak şampiyondan da öte, birer kahraman gibiydiler ülkemizde. Kralların, prenslerin, prenseslerin, Holliwood yıldızlarının hayranlığını kazandılar. Necdet Uçar “Londra başlangıç, Roma zaferdir” der. Ben 1946 Avrupa Şampiyonasını başlangıç sayarım, 1948 ve 1960 Olimpiyatları tam bir zaferdir. 1948 Londra Olimpiyatlarında kazandıkları şöhretten sonra, bu ilk kuşağa sinemamız da ilgisiz kalmadı. Celal Atik’e Yörük Ali (1955) filmi için o zamanlar Ayhan Işık’a bile verilmeyen en yüksek parayı ödediğini yönetmen Esat Özgül’den dinledim. Yaşar Doğu’nun yaşamı Milliyet’te dört ay roman gibi tefrika edildi ki, bu hiçbir sporcuya nasip olmayan bir basın ilgisidir. Neşter ve Madalya (Destek Y. 2015) romanımın hazırlık aşamasında bu şampiyonları tanıyan yüzlerce insanla konuştum. Celal Atik ve Mersinli Ahmet’le ilgili anlatılanlardaki bazı benzerlikler karşısında şaşırdığım, acaba insanlar iki şampiyonu birbirine mi karıştırıyorlar, bu büyük efsanelerin yaşamlarını hayalleriyle süslüyorlar mı diye düşündüğüm olmuştur: İkisi de bir yardım kampanyasından sonra aldıkları parayla birer kahvehane açtılar, nafakalarını buradan sağladılar. Mersinli Ahmet’in Safiye Ayla ile aşkı konuşulurken, Celal Atik’in Müzeyyan Senar’la adı duyuldu. Mersinli Ahmet’i biri, sanırım bir kadın yüzünden arkasından bıçaklar, Mersinli sırtında saplı bıçakla adamı dövdükten sonra hastaneye gider. Celal Atik’i de Ulus’taki postanede biri, bu da kadın yüzünden, arkasından bıçaklar; Celal Atik’in sırtında saplı bıçakla adamı karşıdaki Osmanlı Bankası’na kadar kovalayıp dövdükten sonra Numune Hastanesi’ne gittiğini yeğeni Mustafa’dan dinledim. Yaşar Doğu daha sakin, sessiz görünse de, onun da yakınlarını telaşlandıran ilişkileri olur. Nigâr Uluerer’le ilişkisini kitabımı bitirdikten sonra duydum.Yaşar Doğu, adımını attığı her yerden bir dünya şampiyonu çıkardı. Tevfik Kış’ı Kastamonu’da tanıdı, İsmail Ogan’ı Antalya’dan alıp getirdi, Hasan Güngör’ü Denizli’de Akşar köyünde, Mithat Bayrak’ı Adapazarı’nda görüp keşfetti. Anadolu’dan bulup getirdiği gençlerin yatacakları yer hazırdı, Vehbi Koç’un Ege Oteli. Yemek yiyecekleri yer de yanındaki Çiçek Lokantası. Güreşçileri doyurmak kolay mı? 1961 yılında öldüğünde bu lokantanın sahibine borçlu gittiği söylenir. Ulusal takım güreşçilerinin güzel giyinmelerini isterdi Yaşar Doğu. Onlar için Hacıbayram’da bir de terzi ayarlamıştı. Yurtdışında modern dünyaya ayak uydurmaları için dans öğrenmelerini istediğini, güreşçileri Sıhhiye’deki Cavga Dans Kursuna gönderdiğini Tevfik Kış’tan duydum.Yıl 1962... Günün birinde kendimi bu büyük şampiyonlar arasında buldum. Ankara’da Maltepe Camisi’nin karşısında, Gölbaşı Sineması’nın altında bir hayırseverin yaptırdığı küçük bir salonumuz vardı. Yaşar Doğu bir yıl önce ölmüş, ama ruhu bizimle, onun hatırı için güreşçilere verilmiş salonda bizimle yaşıyordu sanki. Üstünde çalıştığımız minderin söküklerini elleriyle diktiğini biliyoruz. Hocamız Celal Atik, genellikle beş on dakika geç gelirdi antrenmanlarımıza. Hep acele bir işi varmış gibi uzun kollarını sallayarak acele yürürdü. Yaşar Doğu’nun derleyiciliği, Celal Atik’in öğreticiliği konuşulurdu. Bir güreş okulu yarattılar Ankara’da, Anadolu’nun yoksul köylerinden, Yörük çadırlarından bulup getirdikleri gençler dünya çapında birer şöhret oldular. İsmail Ogan’a, Tevfik kış’a, Mustafa Dağıstanlı’ya, Ahmet Ayık’a, Mahmut Atalay’a, Sırrı Acar’a, Hüseyin Akbaş’a verdikleri emeğin yakın tanığı oldum.Yaşar Doğu’yu 8 Ocak 1961’de kaybettik. Ölümünün 55. yılı. 27 Mayıs’ın ilk günlerinde, belki de bazı ihbarlar yüzünden bu büyük şampiyonu biraz üzen askerler, sanki özür dilercesine, Cemal Gürsel’in emriyle adına yakışır bir törenle onu Şehitlik’e defnettiler. Şehitlik’te yatan tek sivil odur. İyi bir belgeseli, filmi yapıldı mı? Bana sorarsanız hayır! Onun da, ötekilerin de... Ben Neşter ve Madalya’yı bir bakıma aynı mindere ter döktüğüm, yaşamımın en mutlu günlerini aralarında geçirdiğim bu büyük şampiyonlara bir vefa borcu olarak kaleme aldım. Yazmalıydım, çünkü utanıyordum, Celal Atik’i yazar sanan üniversite öğrencileriyle karşılaşıyordum.