Türk milletinin vicdanı hedefte!
“Büyük Türk milletinin vicdanı hedefte” demek, böyle bir uyarıyı duymak bile insanı rahatsız ediyor? Niçin? Çünkü milletlerin vicdanlarını hedefe koymak, onlara saldırmak insanlık suçudur. Öte yandan buna göz yummak daha büyük bir suçtur.
Peki, Türk milleti bu saldırılara karşı koyamaz mı? Kuşkusuz milletlerin bağışıklık sistemi düşmanca saldırılara kendiliğinden tepki verir. Fakat bazı saldırılar toplum bünyesine o kadar sinsi biçimde girip sonra ortaya çıkar ki, kuluçka süreci fark edilemez. Bunu ortaya çıkarmak ancak o ülkenin aydınlarının, başta edebiyatçılarının işidir. Diyeceksiniz ki, ya ilgili aydın, edebiyatçı işini yapmıyorsa ya da bizatihi virüsü kendi bulaştırıyorsa ne olacak? Yandık!
VİCDAN SAPTIRILABİLİR Mİ?
Bu nasıl iş, biz vicdana güveniyoruz, fakat vicdanın da korunmaya ihtiyacı varmış. Demek, koca vicdan etki altına alınabiliyor. Peki, hayatta kalma süreçleri boyunca nice deney, nice ölüm kalım tehlikelerinden geçerek insan benliğinde yetkinleşen vicdan yetisi, öyle kolayca dışarıdan müdahalelerle yanıltılabilir mi? Yanıltılır! Birey ya da toplum nasıl olur da kendi kendisinin mahvına ikna edilir?
Oluşmuş bir vicdani kanaat, değişen koşulların zorlaması sürecine müdahale edilerek tam zıddına çevrilebilir. Örneğin, “Ben ona acıyordum, fakat yanılmışım. Benim gözümde ona en büyük cezayı versinler. İçim rahat!” denildiği çoktur. Vicdan yetisine nasıl bir baskı yapılıyor da karar tersine dönüyor? Bunların hepsinin temelinde aklın aldatılmasıyla ilgili süreçler var. Sonuçta öncelikle işten aklı sorumlu tutuyoruz. Peki, güvendiğimiz akıl gerçeği algılamakta nasıl bu kadar aciz kalıyor?
Vicdanın oluşmasında uzayıp giden bir neden sonuç, etki tepki zinciri karşı karşıya çatışarak çalışır. İnsandaki vicdani oluşum sürecini doğru bilgiyle beslemek, alınacak sonuç için hayati önemde. Peki bu nasıl sağlanacak? Mesele burada.
Bağımsız her millet kendi bilgi kaynaklarını kendi kontrolünde tutmak zorundadır. Emperyalizme direnen milli devletler gece gündüz akan bilgi kaynaklarını sürekli temizlemek, arıtmak zorundadır. Bir milleti bozuk gıdayla beslemekten daha büyük suçtur vicdanı değerleriyle oynamak, onu yalanla beslemek. Çünkü yalanla aklı, vicdanı bozulan insan, bozuk gıdayı sağlıklı diye tüketir.
“ONLAR Kİ UYUP HAİNİN İĞVASINA”
Nazım Hikmet bu durum için şöyle diyor:
“Onlar ki uyup, hainin iğvasına
Sancaklarını elden yere düşürürler
Ve düşmanı meydanda koyup kaçarlar evlerine!”
Demek ki ortada bir Söz üzerinden yürütülen aldatılma, kandırılma durumu var. İnsan ruhu üzerinde Sözün gücü başlı başına derinliği olan, evrim yasalarına dayanılarak incelenmesi gereken bir konudur.
Şu kadarını söyleyelim insanlık tarihinin erken dönemlerinde Söz o kadar yüksek bir etkiye sahiptir ki silah olarak kabul edilir. O gücün bugüne yansıması ise “Yiğit sözünden dönmez”, “Söz namustur”, “Sözünün eri olmak” deyimleriyle bugün de yaşamaktadır. Yunus’ta ise Sözün gücü, “Söz ola kese savaşı / Söz ola kestire başı,” biçiminde önem kazanıyor.
DÖRT TEMEL İÇGÜDÜ, BEŞ DUYU
İnsan türünü akli yetileri gelişmeden önce 4 temel içgüdüsü hayatta tutuyordu. 1. Yemek içmek: Beslenemeyen insan en kısa yoldan ölür. 2. Güvenlik: Karnı doysa da doğadaki tehlikelere karşı tedbir almayan yaşayamaz. 3. Cinsellik: Çoğalmazsanız, geleceğin insanlarını yetiştirmezseniz, insan dünyadan silinir. 4. Toplumsallık: Karnınız tok, güvenliğiniz tam, sağlıklı çoğalsanız da bir arada toplum biçimde örgütlenmezseniz yaşama şansını yitirirsiniz.
İnsanın bu içgüdüsel yetkinliği beş duyu yoluyla dışarıdan desteklenir. 1. Görme, 2. İşitme, 3, Tad alma, 4, Koku ve 5. Dokunma. Bu duyuların hepsi dış dünyanın bilgisini beyne gönderir. Beynin onayına göre insan mutlu ya da mutsuz olur. En etkili duyunun işitme olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü görme duyusundan önce başlamış olabilir. Şu sözü çok duyarız: “Kardeşim gördüğüne değil de hala işittiğine inanıyorsun!”
Dikkat edin, kişi ya da toplum vicdanını harekete geçiren duygular büyük ölçüde yaşamsal zorunluluklardan kaynaklanır. Bunlardan mahrum olmak ise acı verir. Acı, vidanı harekete geçirir. Edebiyat da buradan başlar. Türküler burada dile gelir. Yer, yurt, devlet kurma mücadelelerinin destanları, yiğitlik şiirleri yine bu temel duyguların zorunluluğundan doğar.
DUYGULAR: VİCDANIN YUMUŞAK KARNI
Eğer bir insanı, bir toplumu vicdanından yakalamak istiyorsanız, onun inançlarını, davranış karakterini, yaşama güdülerini iyi bilmeniz gerek. Onları bulun, işiniz kolaylaşır. Dini duyguları güçlü bir toplumu, nasıl ikna edeceksiniz? Kolay. O inancın simgelerinden, sözlerinden, renklerinden, adetlerinden yararlanarak elbette. Bunu ne kadar ustalıkla yaparsanız onu o kadar kendinize tabi kılarsınız.
Örneğin: Kadın Hareketi üzerinden bir ülkenin emperyalizmle mücadelesini sekteye mi uğratmak istiyorsunuz? Önce işe kadın için kutlu olan Mor rengi simgeleştirmekle başlayacaksınız. Avınız, Mor rengin sempatisine kapılacak ve özgürleşme vaat ettiğiniz kadın kafese kolayca girecek. Çare ne? Çare yalanı, saptırmayı ortaya çıkarmak için, sizin bu simge, renk ve adetleri doğru kullanmanızdır. Böylece Mor rengin kutlu değerleri istismarcının elinden alınacak, vicdan avcıları toplum karşısında mosmor olacaktır.
İNSANA DEĞİL KARABATAĞA AĞLAYAN VİCDAN
Karanlıkta bırakılan bir halkın vicdanı nasıl işleyecek? Yalanla beslenen bir milletin vicdani duyguları doğru tepki verebilir mi? Bakın, 12 Mart faşizmine giden süreçte, Erzurum’da Ulu Caminin duvarına kırmızı boyayla “Allah Yoktur!” diye yazılıyor. Söz yayıldıkça kıyamet kopuyor, şehrin altı üstüne getiriliyor. Demek ki bireysel vicdan da, toplum vicdanı da aldatılabiliyor.
Toplumun ya da bireyin vicdanı avlanmadan hiçbir siyasi, kültürel ilerlemeden söz edilemeyeceğine göre, burada vicdani değerleri güçlendiren edebiyata, sanata büyük görev düşmektedir. Gerçek edebiyatla büyüyen kişi, karşılaştığı durumun benzerlerini romanda, destanda, şiirde önceden yaşamıştır. Edebiyatla beslenmiş insanın, toplumun vicdanı da beslenmiş demektir.
Eğer gerçek edebiyat kültürüyle bilinciniz, aklınız beslenmemişse, bir gecede 3.500 bombayla yerle bir edilen Bağdat’ta öldürülen insanlara vicdanınızı kapatıp, gözünüze sokulan petrole düşmüş karabatağa ağlarsınız.
TUTUKLULUK YAPAN VİCDAN
Şimdi söz bakın bizi yine nereye getirdi: Geçen hafta, sözüm ona “Kürdistan Dağlarında Yaşamak direnmektir,” diye çığlık atan, edebi duygularla sunulan “Delila”dan, Şarkı söyleyen gerilla kızdan söz etmiştik.
Vicdanı çalınmış Silvanlı Şenay’dır o. Bir nevi ötücü kuş: Onun ötüşü avlamak isteğiniz diğer bütün kuşları aldatıp çağırıyor. Avcının ağına düşürüyor. Elinde Amerikan malı uzun namlulu tüfeği, belinde Avrupa Birliği fonlarından, uyuşturucudan, silah kaçakçılığından gasptan sağlanmış el bombaları, çantasında emperyalizm yapımı patlayıcılar ve dilinde iç parçalayan vicdan bombası şarkı.
Birazdan Türk Ordusunun bir sınır karakolunu basmaya gidecekler. Yıllardır Delila “hasretle” bugünü bekliyor. Şiddetli çatışma çıkacak. Dağlar iniltisi şarkıya hiç benzemeyecek. Teröristlerden kimi etkisiz hale getirilecek, kimi kaçacak. Mehmetçiğimiz de orada şehit düşecek. İçlerinden uzman çavuş Kayserili Mustafa hemen seçiliyor: Bir eli yana düşmüş. Açık avucunda nişan kınası silinmemiş henüz, görünüyor. Künyesinden okuyoruz, kendisi kazıtmış. Adı: Nişanlı. Soyadı: Vatan Sana Canım Feda!
Behey at kuyruğunda sinek gibi yaşayan edebiyatçı, bizim “Nişanlı” için, şehit Mehmetçik Mustafa için iki söz edecek edebin yok mu? Vicdanınız tutukluluk mu yapıyor? Niçin?