Türk Milli Takımın başarısının ardından... Bizim çocuklara yaşattıkları için teşekkürler

Geçen haftaki yazımı okuyan bir arkadaşım mesaj göndermişti. Diyordu ki, “Ayakların hiç top görmesin tut böyle bir futbol yazısı yaz.” Sevgili arkadaşıma futbol oynayıp oynamadığıma dair bir cevabım olmadı tabi. Ancak her çocuk gibi ben de top peşinde koştum. Çocukluğumun dışına bir takım tutmadım, uluslararası maçlarda şu bu takım demeden, Türk takımları için yüreğim attı.

Top oynamaya gelince, köyümüzde boş bulduğumuz düz tarlalarda ve Aşık Veysel’in mezarının sol tarafına düşen ve anıt mezara yüz ile iki yüz metre mesafede bulunan düzlükte top oynayan ağabeylerimizi izler, onlardan sonra da biz çocuklar oynardık. Futbol oynanan alan köyün tam karşısındaydı, “Yamaç” derdik. Yamaçta top oynamak bir maharet gerektirirdi. Top alt taraftan dışarı çıktığında, o top dereye kadar kaçabilirdi. Topu aldım geldim diyene kadar da aradan saatleri bulan zaman geçerdi. Allahtan yamacın alt tarafında kevenler vardı. Çoğu zaman dikenli kevenlere top takılır ve orada kalırdı. Yararlı bir bitki olan bu kevenlerden iki tür vardı: Birisine Çoban Yatağı, diğerine ise sade keven denirdi. Çoban Yatağı, çobanlara gerçekten döşek görevi görürdü. Geceleri hayvanlarının yanında kalan çoban, bulursa Çoban Yatağı üstünde paltosuna sarılır, yatardı. Sade keven sonbahara doğru toplanır, keserek hayvanlara verilirdi, keven yiyen inek ve koyunların sütü bol olurdu.

UNUTULMAYACAK MİLLİ GURUR YAŞATTILAR

Köylü çocuğu futbol yazısı yazmaya kalkarsa böyle inekten, koyundan, sütten ve kevenden bahseder. Keveni kullanmadaki neden şudur: Türk Milli Takımı ciddi başarılar gösterince kevene oturup da popoları dağlanmışçasına bağıran ve çağıranlar oldu. Onları hiç ciddiye almıyorum. Milli Takımız özellikle yurtdışında yaşayan Türklere unutamayacakları milli gurur yaşatıyorlar. Avrupalı Türkler ellerindeki bayrak ve kırmızı beyaz giysileri ile Almanya ve Avusturya sokaklarını ve meydanlarını gelincik tarlasına çevirdiler. Her fırsatta bir hayır vardır dercesine, Merih Demiral’ın UEFA tarafından almış olduğu ceza, yurtdışındaki Türklere kendi tarihi değerlerini hatırlattı ve bilmedikleri Türk destanlarını öğrenme fırsatı sağladı.

Bu hissi 2008 yılında da yaşamıştık. Türk maçları boyunca Viyana meydanlarında ay yıldızlı Al Bayrağı elinde olmayan Türk bırakmamıştık, binlerce bayrağın Türklere ulaşmasını sağlamıştık. İşte o zamandan dürülü saklanan bayraklar yerlerinden çıkartıldı ve 2024 yılında tekrar meydanlarda dalgalanmaya başladı.

Bunun böyle olmasını istemeyen başta UEFA olmak üzere, Avrupa medyası, içimizden çıkmış vatansızlar var güçleriyle Türk Milli Takımının başarısını gölgelemeye çalışmışlardır. Özellikle Merih Demiral üzerinden tarihimiz karartılmaya çabalamışlardır. Kendi tarihlerindeki lekeyi simgeleyen sembollerle (gamalı haç) Ergenekon Destanımızın sembollerini yan yana koymaya gayret etmişlerdir, Avrupa’da yaşayan Türkler bu oyuna gelmediler ve bunu Hollanda ile yapılan karşılaşmada ellerinin tersiyle ittiler. Yalnız yayın kuruluşları buna da sansür koymuşlar ve onların İstiklal Marşı eşliğindeki tavırlarını göstermemişlerdir. Bozkurt sembolü Türklerin binlerce yıllık tarihinde vardır, bu sembol siyasi bir partiye mal edilemez. Türk Milli Takımı'nın 2-1'lik Avusturya galibiyeti sonrası yaptığı 'bozkurt' hareketi sonucu UEFA tarafından 2 maç ceza alan Merih Demiral'ın eşi Heidi'den ilk açıklama: “Benim eşim ırkçı değildir. O nazik, açık görüşlü ve hoşgörülü biridir! Çeşitlilik ailemizin güzelliğidir.” Heidi Hanıma bunu söylettirebilen Merih Demiral’ın ırkçılıkla ilişkisi olabilir mi hiç?

"Parti sembolüdür, bu parti de aşırı sağcı ırkçıdır" diyenler hem değişen dünyadaki ve Türkiye'deki olguları hem de bozkurt işaretinin nereden kaynaklandığını bilmemektedir. 1980’li yıllara kadar sözü edilen parti bu işareti bilmedi bile. Azeri lider Ebulfez Elçibey ve Alparslan Türkeş, Gagavuz Türklerini (Gökoğuz, Hristiyan) 1980’li yıllarda ziyaret eder. Gagavuzlar misafirlerini tıklım tıklım dolmuş 1.500 kişilik salonda karşılarlar. Türkeş ve Elçibey’in bulunduğu salonda Hristiyanlar Gagavuzlar parmaklarıyla bozkurt işareti yaparlar ve kurt gibi ulurlar. Oradan hem Elçibey hem de Türkeş elle yapılan Bozkurt’u ülkelerine getirir. Seksenli yıllardan sonra parti artık o işareti kullanmaya başlar.

YILLARIN DIŞLANMIŞLIĞINA BİR TOKAT

“Bana ayağına top bile almamış, ama güzel futbol yazısı yazmış” diyerek kutlayan sevgili arkadaşıma söylemek istediğim bir çift sözüm daha var: Futbol oynayacak ne ayakkabı ne de yamaçtan başka yerimiz vardı. Ancak Avrupa Şampiyonasında futbol oynayan çocuklarımızın yaşadığımız Avrupa ülkelerinde yılların dışlanmışlığına nasıl bir tokat attığını sevinçle izledim. Alman ve Avusturyalılar kendileriyle her türlü toplumsal ilişkide boy ölçüşen Türkleri bel altından vurarak üstünlüklerini korumak istediler. Bir de Milli Takım Avusturyalıyı eleyince çakma sosyolog ve tarihçilerin bilgilendirmeleri sonucunda Türk’ün bozkurt geleneğini “Faşistlikle” itham ettiler. Bilgi kaynakları ya malum çevreler ya da bilgisizce edinilen sözler oldu.

Avusturya maçının sonrasında yaşanan olay bir de bizden gibi görünen, ancak bizden olmayanların da gerçek yüzlerini ortaya çıkarmış oldu.

Türk Milli Takımında bulunan 8 futbolcunun gurbetçi çocuğu olduğunun altını çizmek biz Avrupalı Türkler için büyük bir mutluluktur. Onlar Avrupa’da doğmuş ve yaşamlarını sürdüren çocuklarımıza örnek ağabeyler olacaktır. Çocuklarımızın her alanda örnek alacağı sayısız insanımızın yanına onları da koymuş olduk.

Sekiz futbolcumuzdan özellikle birisine özel bir teşekkür borçlu olduğumu düşünüyorum. Mert Müldür, Viyana’ya ilk geldiğim yıllarda kaldığım işçi hayımında tanıdığım bir dedenin torunudur. Dede Müldür, kaldığı işçi hayımında o zamanlar çocuklarını başına toplamış, onların hepsiyle Viyana’nın çeşitli işletmelerinde ter döküyordu. Çevresinde ciddi saygı gören dede Müldür’ün torunu Mert Müldür, Türkiye’yi bir arada tutan Türk Millî Takımda ter dökmektedir. Hem Mert Müldür’e hem de diğer bizim çocuklara bizlere yeniden yaşattıkları gurur için teşekkür ederim, emeklerinize sağlık…