TÜRK PASAPORTU-(TAMAMI)
Belgeseller çoğu kişi için pek keyifli olmayan bir sinema izlencesidir. Zoraki izlenir gibi bir düşünceyi de beraberinde getirirler. Bu türde yapılan çoğu örneğin; kitabi, bazen retorik, kimi zaman da ders verir gibi gereksiz ve de sıkıcı bir ciddiyet takınarak tekdüze, ruhsuz ve de sinemanın olmazsa olmaz öğelerinden biri sayılan dramatik yapıdan yoksun oluşları, onların izlenme alanını oldukça daralttığı gibi, alışkanlık yaratma isteğini de çoğu zaman yok eder.
Kuşkusuz çoğu belgeselin böylesine bir düşünceyi beraberinde getirmesi, belgesel türünün yetirince algılanıp sevilipsevilmemesinden çok, yapılan belgesellerin niteliğinden kaynaklanır. Ülkemizde çoğu belgeseller kötü bir gelenek olarak, tekdüze, düz çizgide, konuşan kafalarla, bunların arasına gelişigüzel yerleştirilen sözüm ona kimi belgelerle, bir dizi işlevsiz görüntüler dizilemesinden oluşur. Bu tür belgesellerin değerlendirilmesinde anlatıcı ya da kafa sesinin tını ile parçalamak zorunda kaldığı edebiyattan kimi cümleler olur. Kısacası bunlar üç kafa, iki kepşın, bir de altın sesten oluşan, omurgasız (yani senaryosuz) ve de dramatik yapıdan yoksun, sıkıcı bir görüntüler dizilemesidir. Bizde belgesel deyince, ne yazık ki hep bu alışılan ve kötü bir gelenek olarak korunup yinelenen, kolaycı, ruhsuz, kitabi, yaratı ve estetikten yoksun bu örnekler akla gelir. Onun içindir ki, bu kötü örneklerin çokluğundan, bizde belgesel izleme alışkanlığı yoktur. Belgelemekle belgesel çekmek (yani sinema yapmak), birbirinden çok farklı olgulardır. Önemli olan yaşanmış ya da yaşanılan bir gerçeği gelişigüzel görüntüleyip konuşturmak değil, aksine belgesele konu olabilecek her bir şeyi, sinemanın tüm öğelerini kullanarak gerçeği, belgeler ve içerdiği duygular eşliğinde akıcı bir dille yansıtabilmek ve izleyenlere içerdiği mesajı tüm yalınlığı ile algılatabilmektir.
Örnek bir belgesel
Bu açılardan Burak Cem Arlıel’in Türk Pasaportu, her yönüylü, o alışılmış, bildik ve ezberledik, sıkıcı ve ruhsuz belgesellere çelme takan, geleneksel belgesel anlayışını ters yüz eden, yenilikçi, çarpıcı, her bir yönüyle belgeselin nasıl yapılacağını ortaya koyan, belki de gelecekte belgesellerin nasıl yapılabileceğini önceleyen, örnek ve öncü bir çalışma olarak karşımıza çıkıyor.
Türk Pasaportu, İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa’nın çeşitli ülkelerindeki Türk konsolosluklarında görev yapan Türk diplomatlarının, kendi inisiyatiflerini kullanarak birçok Musevi’yi soykırımdan kurtarma çalışmalarını, bir belgeselde yer alabilecek tüm öğeleri yerli yerinde kullanarak akıcı bir sinema diliyle anlatıyor. Tarihin saklı sayfalarına gömülmüş pek bilinmeyen insanlık pazılının tüm yitirilmiş parçalarının, titiz, yorucu ve sabır isteyen bir araştırmayla bir araya getiren bu çalışma, gerçekle, gerçeğin yeniden kurgulanmasını sağlayan usta işi canlandırmalarının oluşturduğu duygusal tonuyla, farklı, ayrıksı bir yapıt olduğunu hemen algılatıp kubul ettirmenin üstesinden gelebiliyor.
Türk Pasaportu, alışılmış belgesel anlayışını ters yüz eden, geleceğin belgesel anlayışını, araştırma yöntemi, titizliği ve sinemaya yatkın diliyle önceleyen, belgesel izlenme keyfini oluşturan ayrıksı ve de öncü bir çalışma.