Türk sineması 101 yaşında mı?

Türk sinemasının yazılmamış ve bundan böyle de yazılması mümkün olmayan, ama söylentiler üzerine inşa edilip de kimilerince, bilinen nedenlerden ötürü hiç sorgulanma gereksinimi duyulmadan kabul gören resmi tarihine (!) göre, sinemamız bugün tamı tamına 101 yaşına bastı. Sanırım bugün de her zaman olduğu gibi, kimi kuruluşlar, yakaladıkları ya da ulaşabildikleri sinema emekçilerini toplayıp bol ödüllü ve bir o kadar bol anılı, ama az katılımlı göstermelik kutlamamalarını yapacaklar. Gerçi bu kutlamalar geçen yılki gibi olmayacak ama en azından; resmi ideolojinin sinemanın başlangıcı ya da doğum günü olarak sürdürdüğü yanlış ve yanıltıcı ve de hiçbir bilgi belgeye dayandırılmayan, bilimsel olarak da dayandırılması pek mümkün olmayan geçersiz iddialarını, bir kez daha yineleme fırsatını sunma olanağını yaratacak. Her 14 Kasım’da, sinemamızın başlangıcına ilişkin belgelere dayandırılan gerçekleri sunmaya sanırım artık gerek yok. Sinemayla ilişkisi olmayanlar bile, onca yıldır tartışılan, ama nedense bir türlü kabul görmesi ısrarla yadsınan bu konunun yabancısı değiller. Üstelik onca sorunlar arasında sinemanın doğum gününün 1907 ya da 1914 olması ne fark eder ki? Ama doğrusunu söylemek gerekirse çok şey de fark eder. Önce; belgelere dayandırılarak yapılan bilimsel çalışmaların, kulaktan dolma söylentiler karşısında nasıl geçersiz kılındığını, kimilerince istenmeyen ve de arzu edilmeyen birçok şeyin belgelere göre değil de söylentilere göre çarpıtılıp bir doğru olarak gelecek kuşaklara yansıtılacağı geleneğini oluşturur. Her siyasal iktidar kendi ideolojisine göre, kendi tarihini, uygun gördüğü isimlerle istediği dönemlere atıflarda bulunarak yazmaya başlar. (Örneğin bugün Cumhuriyetin ilk yılları ve kurucularıyla, tek parti dönemine ilişkin söylentilerle yazılan, daha doğrusu yazılmaya çalışılan yapay ve dayanaksız tarih çalışması deneyinde olduğu gibi) Bir toplumda bilimsel çalışmaların yerini söylentilerin alması, o toplumun yalnızca belleğini, kimliğini değil giderek kendi kendine yabancılaşmasını getiren ciddi sorunların yaşanmasına da zemin hazırlar. Bunun içindir ki Türk sinemasının, sinemanın başlangıç yılının 1907 ya da 1914 olması çok ama çok önemlidir. Bu önem sinemanın doğum tarihini yalnızca birkaç yıl geriye çekmek değil, resmi ağızların söylentiler üzerine kurup ısrarla ve inatla yaptıkları ve yaptırdıkları yapay bir tarih çalışmasının da iflası anlamına gelir. Ama Türk sinemasının resmi ağızların söylentiler üzerine kurduğu, ama kendilerinden başka hiç kimselere inandıramadıkları bu doğum gününün kahramanına gelince, onun da öyküsü bir başka trajedi. Kimileri Sigmund Weinberg’i bir Leh Yahudisi, Manaki Kardeşleri ise bir Balkanlı olarak Türk sinemasına yakıştırmayıp reddediyor, ama onun yerine koydukları ve sinemamıza doğum günü olarak baz aldıkları Fuat Uzkınay’ın sokaklara verilen adlarını bir bir değiştirip, onun üzerine ısrarla bir kitap yayınlama gereksinimi duymuyor. Buna ister bir yaman çelişki, isterseniz de söylentiler üzerine kurulu bir tarih projesinin kaçınılmaz olan trajikomik yanı deyin. Tarihin gerçeklerine çelme takmak isterken, yere düşmek, sanırım böyle bir şey olsa gerek...