Türk sinemasını belediyeler mi yönetiyor…

Bilindiği gibi ülkemizde yapılan ulusal veya yerel tüm film festivallerinin sahibi yerel yönetimler, yani belediyeler, ana sponsoru ise Kültür ve Turizm Bakanlığıdır… Yani bu iki kuruluştan biri herhangi bir film festivalinden desteğini çektiğinde o festivalin varlığını sürdürmesi düşünülemez.

Ülkemizdeki film festivallerin tarihi bir bakıma yerel yönetimlerin attığı adımla başlar ve onlarla yaygınlık kazanır. 1964’de Antalya’nın öncülük ettiği, adından Adana’nın aynı yolu izlemesi, hem ülkemizdeki film festivallerin yayınlaşmasını, hem de bu tür festivallerin belediyelerce sahiplenme geleneğini oluşturmuş ve bu geleneğin günümüze dek pek fazla değişime uğramdan sürdürülmesini sağlamıştır….

Elbette ki yol, su, kanalizasyon vs'den sonra belediyelerin kültür sanat alanlarında çalışmalar yapması övgüye değer oldukları kadar, kültür- sanata yaptıkları destekler de övgüye değerdir. Ayrıca bu etkinlikler belediyelere olumlu dönüşler yaptığı kadar saygı kazandırmakta, dahası, beldelerini ulusal ya da uluslararası bir marka haline gelmesinde katkıda bulunmaktadır. Bunun için film festivali yapan her belediye, zaman içinde farklı siyasal partilerden seçilmiş başkanlara sahip olsalar da, festivalleri hiç aksatmamışlar, onu bir gelenek halinde, adeta birbirleriyle yarış edercesine, sürdürme gayreti içine girmişlerdir.

Yakın zamana kadar, -yani on, on beş yıla öncesine kadar- belediyelerin bu tür festivallerden amaçladıkları tek şey ise; halkına bu alanda hizmet etmek, kentlerinin adını ulusal –ya da uluslararası- alanda duyurmak ve de popüler kişileri kentlerinde ağırlamanın mutluluğunu yaşamak olmuştur.

Ama belediyelerin –sanırım belediye başkanlarının demek daha doğru olur- zaman içinde bu masum istekleri; festivaller büyüyüp, ulusaldan uluslararasına dönüşmeye başlayınca yerini hırsa, giderek “festivalin sahibi sinemacılar, sanatçılardır” dan “ benim festivalime” oradan da kaçınılmaz olarak Türk sinemasını yönlendirmeye doğru bir yöneliş göstermiştir. Festivaller büyüdükçe başkanların hırsları ve de sahiplenme olguları da büyümüş, giderek ulusal sinemayı, festivalin düzenlenmesine seçtiği sinemacıların katkılarıyla, kontrol altına almaya başlamışlardır.

Bu kontrol de, önce festivali büyük ücretlerle teslim ettiği festivalin yönetici kadrolarını yönlendirerek değil, adeta doğruya kullanarak, önce film ve sanatçı seçimleriyle başlamış, zaman zaman jürilerin seçimiyle devam, etmiş ve buradan onur ödüllerini tespit etmeye dek varmıştır..

Ama çoğu belediye başkanları bu kadarla yetinmemişler, giderek bu güçlerini radikal bir şekilde kullanma yoluna da girişmişlerdir. Bunun en tipik örneğini ise geçtiğimiz yıllarda yalnızca festivalin değil, ulusal sinemanın da sahibi olduğunu sanan bir başkanın, tüm sinema ortamının karşı koymasana rağmen ulusal yarışmayı ortadan “ben kaldırıyorum” deyip kaldırması olmuştur.

Günümüzde ise kimi belediyeler –adlarını yazmıyorum , nasıl olsa bunları herkes biliyor- festivallerin yöneticilerini seçip, program ve festival tarihlerini belirleyip kamuoyuna duyurduktan sonra, seçtiği festival yöneticisinin bile haberi olmadan, adeta, “canım istedi, bu yıl festivali yapmıyorum” diyebiliyor. Ve yapıyor da… Nasıl ki daha önceleri de “başımızı derde sokmayın, kaldırın şu belgesel yarışmasını” deyip de kaldırdıkları gibi…

Festivalleri yapmak, hem yerel yönetimler, hem de onun seçtiği kadrolar tarafından artık karlı bir iş olduğundan bu durumlara ne yazık ki “hayır” diyen pek çıkmıyor. Bu yerel yönetimlerden biri 9 yıldır festival yapıyor. Ama bu festival 9 yılda bugüne dek tamı tamına tam yedi kez el değiştirmiş… Ama yine de bu festivalin talibi çok… Biri kovulup, bir diğeri talip oluyor...Ne gariptir ki tümü de hep sinema aşkına yapılıyor… İyi oldu mu “biz yaptık”, kütü oldu mu “ne yapalım, belediye böyle istedi” deniyor…

Bu duruma, yani belediyelerin yalnızca festivallere değil, aynı zamanda sinemayı da sahip çıkıp, onları kendilerince yönlendirmeleri karşısında sinemayla ilgili meslek kuruluşlarının sessiz kalışına gelince o da bir başka sorun. Çünkü bu meslek kuruluşlarının çoğu, yine bakanlıktan aldığı yardımlarla etkinlilerini yapıyor. Hiç mesleklerinden yana olup, bindikleri dalı kesip, seslerini çıkarırlar mı? Art house film yapanların ise tek şansı festivaller, onlar da olmasa acaba ne yaparlar? Anlayacağınız herkes üç maymunu oynuyor…

Ne diyelim, yalnızca festivaller değil, sinemamız da yerel yönetimlere emanet… Nasıl olsa alan da memnun veren de…