Türk ve Afgan kadınları büyük zaferler hak ediyor

Türkoğlu gazetesinde bir yazar 30 Ekim 1921'de şöyle soruyordu: ‘İki İslam hükümeti, bir ittifak anlaşması yapmak suretiyle de kuvvetlerini birleştirmişler ve yumruklarını da sıkmışlardır. Acaba bu yumruk kime karşı?’ 99 yıl sonra bu soruya yeniden yanıt veriyoruz.

99 yıl sonra 2021'in 30 Ağustos'unda kadınlarımız yine bir yol ayrımında. Mustafa Kemal'e ilk bu işe başladığında en akıllı ve düşünür yaşayan birtakım zevat ona sormuşlar.

“Paramız var mıdır?.. Silahımız var mıdır?” “Yoktur” demiş. O zaman, “O halde ne yapacaksın?” diye sormuşlar. “Para olacak, ordu olacak ve bu millet bağımsızlığını kurtaracaktır!” yanıtını vermiş.

1927'de bu anısını aktarırken şunu da ekliyor:

“Görüyorsunuz ki, hepsi oldu ve olacaktır.”

Bugün kimileri uzun uzun harp krokileri çiziyor, sağdan şöyle soldan böyle...

Önemli.

Ama geçiniz!

Gün o gün değil. Bunları konuşma günü değil.

30 Ağustos'a böyle karar verildi.

“Bu millet bağımsızlığını kurtaracaktır.” “Oldu ve olacaktır!”

Mustafa Kemal anlatıyor.

İlk yola çıkarken İstanbul'da İngilizlere muhabbet duyanlar vardı. Cemiyet de kurmuşlardı. Kendi şahıslarını ve şahsi menfaatlarını sevenler ve şahıslarıyla menfaatlarının dokunulmazlığı çaresini Lloyd George hükümeti marifetiyle İngiliz himayesini teminde arayanlar.

İstanbul'da bir kısım rical ve kadınlar da hakiki kurtuluşun Amerika mandasını talep ve teminde olduğu kanaatinde bulunuyorlardı.

Fikirlerinde çok ısrar ettiler. Mutlak isabetin görüşlerinin desteklenmesinde olduğunu ispata çok çalıştılar.

BAŞARIYA GÖTÜREN DOĞRU ROTA

Doğru rota bu bağımsızlık mücadelesinde kararlı tutum alarak çizildi.

Çünkü biz mazlum milletlerle kaderimizin bir olduğunu görüyorduk.

Gözümüz ne bugün ne de o gün Londra'da ev bakmaya, ya da Washington D.C.'de ikbal aramaya gitmemişti.

Türkiye hükümeti ilk anlaşmasını ne son 40 yılı, 1839'dan bu yana İngiliz emperyalizmiyle dişe diş savaşan Afganistan devletiyle 1921'de yaptı. Aynı heyet ABD'ye gittiğinde çok alay ettiler. İlkel dediler. Kılıklarıyla kıyafetleriyle dalga geçtiler. İslam devleti bağımsızlıktan ne anlar dediler.

Biz ise ilk büyükelçi sınırımızdan girdiği andan itibaren kadın çoluk çocuk istasyonlara akın ettik, her geçtiği ilde törenlerle karşıladık. Ankara'da milletvekilleri Meclis'in bahçesine çıktı. Arabası önünden geçerken alkışa tuttu.

Afganistan'la Moskova'da imzaladığımız anlaşma metnini biz yazmıştık. Onlar da harfine bile dokunmadılar.

Ağlayarak dualarla ve alkışlarla kabul edildi.

Bir: Bütün Doğu milletleri tam serbestlik, özgürlük ve bağımsızlık hakkına sahiptir!

İki: İstediği hükümet biçimiyle kendini yönetmekte özgürdür!

Üç: Doğu'yu istila ve istismar siyasetini güden herhangi bir emperyalist tarafından diğerine yöneltilecek saldırı bizzat kendimize yönelmiş sayacağız!

Mevcut ve mümkün araçlarla def eyleceğiz!

Bu sözümüz hâlâ geçerlidir.

Aynı emperyalizme karşı mücadele ediyoruz.

BU YUMRUK KİME KARŞI

Bolu'da çıkan Türkoğlu gazetesinde bir yazar 30 Ekim 1921'de şöyle soruyordu:

“İki İslam hükümeti, bir ittifak anlaşması yapmak suretiyle de kuvvetlerini birleştirmişler ve yumruklarını da sıkmışlardır. Acaba bu yumruk kime karşı?”

Kime karşı olmalı!

Atatürk Türkiyesi kadınıyla erkeğiyle yanıtını vermiş.

İşte 99 yıl sonra bu 30 Ağustos'ta biz bu soruya yeniden yanıt veriyoruz. Kendi bağımsızlığımız için! Bugün o Kâbil Havaalanına bakınca ne göreceğimizi bileceğiz!

Biz anneyiz, henüz emzirdiğimiz bebemiz bizim bedenimizin bir parçasıdır. Ayrılmak kolay mıdır! Yabancı bir askere uzatmak kolay mıdır! Kim onu bu duruma mecbur bıraktı! Kim o kaç yüzyıldır emperyalizme karşı mücadele eden o Afganlı'yı ajan olma onursuzluğuna düşürdü! Kim aç ve Ortaçağ karanlığında bıraktı!

Yumruk kimin kafasına inecek!

Yanıt verin.

İnsan heyecandan ağlar mı?

Ağlıyorum!

Atatürk 30 Ağustos 1924'te Dumlupınar'dan bize sesleniyor. Onu dinliyorum.

“Millî hâkimiyet öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, mahvolur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkûmdur!”

Yıkacağız. 200 yıllık sözümüzdür!