‘Türkçe edebiyat’ tartışmalarının siyasi hedefi
Son dönemde yeniden tartışılıyor Türklük. “Türk edebiyatı mı Türkçe edebiyat mı” tartışmaları geride kaldı derken İletişim, Sel, Can ve Notos yayınevleri gibi kurumlar Türk dememek için elinden geleni ardına koymuyor. Türk ve Türkçe tartışmalarına girmek istemeyen daha doğrusu “çalıyı dolanan” kimi yayınevleri de yerli edebiyat kavramını kullanıyor. Türkçe edebiyat diyen yayınevlerinin Alman Edebiyatı, Rus Edebiyatı gibi ifadeler kullanması ise meselenin Türklükle ilgili olduğunu gösteriyor.
Tabi bir de bunun Alman Sineması ve Türkiye Sineması versiyonu var. Kadıköy Belediyesi'ne ait Sinematek Sinema Evi'nin yaptığı etkinlik afişinde pireler berber, develer tellâl, Almanlar Alman iken, Türkler Türkiyeli oluveriyor. Bu ifadelere ise tepkiler çok büyük. Neredeyse her kesimden vatansever okurlar, yazarlar, seyirciler tepkilerini ortaya koydu. Şair yazar Kaan Eminoğlu ise söz konusu yayınevlerine boykot çağrısı yaptı. Kamuoyu yaratmak açısından önemli elbette.
Türk edebiyatı mı Türkçe edebiyat mı tartışması sadece bir literatür, adlandırma tartışması değil. Aynı zamanda siyasi bir tartışma.
TÜRKSÜZ ANAYASA GİRİŞİMİ
Bunu nereden mi çıkarıyoruz?
Geriye gidersek CHP’li İbrahim Kaboğlu’nun Türk’süz Anayasa taslağı akla geliyor. Günümüze gelirsek CHP Genel Başkan Siyasi İşler Başdanışmanı Nuşirevan Elçi’nin özerklik açıklaması ve en son DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, hem Devrim Kanunlarına karşı çıktı hem de Anayasa’nın 66. maddesini değiştirmeyi teklif etti.
Peki Anayasa’nın 66. maddesi ne diyor?
“Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür. Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türktür.”
Ali Babacan ise Fatih Altaylı’nın Teke Tek adlı programında Türksüz Anayasa ve anadilde eğitim teklifini şu sözlerle açıklıyor:
“66. maddeyi değiştirelim, diyoruz. ‘Şunu çıkartmışsınız, bunu çıkartmışsınız’ diyorlar. Kimseyi çıkartmıyoruz. Vatandaşlık tanımının içerisine 85 milyon vatandaşımızın hepsini koyduk. Şu anda o maddeyi vatandaşlarımızın en az yüzde 25’i, yüzde 30’u ‘Ben gerçekten vatandaş mıyım?’ diye okuyor. Öyle bir değişiklik yapalım ki 85 milyonun hepsini kucaklayan madde haline gelsin. Bunda bir şey yok.”
Aynı programda Babacan, vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesin Türk olmasının toplumun bir kesiminin dışlandığını öne sürüyor. Babacan’ın bu fikri sadece kendi fikri değil. Bunu İbrahim Kaboğlu’nun hazırladığı muhalefetin yeni anayasa değişikliği için izlenmesi gereken yol haritası olarak yazdığı “Yasama Yetkisi Devredilemez” adlı metinden biliyoruz. Aslında bu bir anayasa taslağı. Taslak metnin önsözünü de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu yazmıştı.
Sadece 2. maddedeki öngörülen değişikliği alıntılamamız meseleyi anlatmaya yeterli olacaktır.
Anayasa’nın 2. maddesi:
“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.” Kılıçdaroğlu’nun önsözünü yazdığı, İbrahim Kaboğlu’nun hazırladığı taslakta ise şu ifadeler geçiyor:
“Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” (Bkz. CHP'nin anayasasında ilk 4 madde değiştirildi, 8 Ekim 2021, Aydınlık.)
TARTIŞMANIN KOŞULLARI
İkinci olarak Türklük, Türkiyelilik, Türkçe edebiyat, Türkiye sineması gibi tartışmalar hangi koşullarda yapılıyor?
Ülkemizin ekonomide büyük zorluklarla karşılaştığı, dışarıda Trakya’dan Hürmüz Boğazı’na kadar ABD namlularıyla yüz yüze olduğu, sınır ötesinde terörle mücadele ettiği koşullarda Türklük, Türk milleti, Türkiyelilik, anadilde eğitim, Türkiye sineması, Türkçe edebiyat gibi meseleler kamuoyunda tartıştırılıyor. Tartıştırılıyor diyoruz, çünkü gerçekte milletimizin böyle bir gündemi yok. Türk milleti geçmişte açılım politikalarını mahkûm etti. ABD’nin Ergenekon-Balyoz tertiplerini bozdu. Türk ordusu Türkiye’yi bölmeye çalışan terör örgütü PKK’yı hendeklere gömdü. Yani Türkiye’nin topraklarıyla ilgili, siyasi yapısıyla ilgili tartışmalar hem siyaseten hem de silahla ezildi.
Buna karşın bilcümle Batıcılarla buluşan, ABD’den, Almanya’dan, İngiltere’den medet uman, HDPKK’nın da içinde yer aldığı Millet İttifakı’nın yaratmaya çalıştığı siyasi iklim milletin birliğini bozma, bilincini bulanıklaştırmayı hedefliyor.
Türkiye’de bir ideolojik tartışma yoktur ki siyasi hedeflerden bağımsız olsun. Silahla yapılamayan, ideolojik saldırılarla yapılmak isteniyor. İşte edebiyatta ve sinemada başlatılan bu suni tartışma daha doğrusu bilinç işgali sözünü ettiğimiz siyasi hedefler için yapılıyor.
DAYATILAN TARTIŞMA
Peki bu nasıl yapılıyor? Şöyle ki edebiyatta veya sinemada ilişki ağı ve fonlarla köşeleri tutan neoliberal aydınlar sanki hiçbir siyasi hedefleri ve bağları yokmuş gibi davranarak literatür tartışmaları başlatıyor. Bu tartışmalar başta entelektüel bir tartışma gibi görünse de sonrasında iş dayatmaya geliyor. Okurlardan ve vatansever yazarlardan tepki gelince biz bir şey dayatmıyoruz diyorlar.
Ancak bu sırada Türkçe edebiyat, Türkiye sineması, Türkiyelilik gibi uydurma kavramlar hayatımıza girmiş oluyor. Görünürde ABD’nin Türkiye’yi bölme planlarıyla bir bağ olmadığı için de kimse bu adlandırmaları büyük bir tehdit olarak algılamıyor.
Bu yayınevlerine okurun veya yazarların herhangi bir gerçek tepkisi, (boykot, protesto vb.) olmadığı için de söylenen her şey havada kalıyor.
Bir rota çizmek ve birlik olmak şart. Birkaç maddede bu Türk düşmanlığına karşı yapılabilecekleri özetleyelim:
1) Türkiyelilik, Türkçe edebiyat, Türkiye sineması gibi kavramların kullanımıyla ilgili bilimsel ve entelektüel tartışmalar yapıldı. İşin siyasi mücadele safhasının başlaması gerekiyor.
2) Bu uydurma kavramları kullananlar art niyetli ve onları bir şeye ikna etmek mümkün değil. Bu kampanyayı yapanlarla ancak ideolojik ve siyasi zeminde hesaplaşılabilir ve siyasi mücadele yoluyla neoliberalizmin medyada, yayınlarda, ödül kurumlarında yarattığı hegemonyaya son verilebilir. Çünkü yürütülen kampanya işgal girişiminden başka bir şey değil.
3) Hangi siyasi gelenekten geliyor olursa olsun artık vatansever aydınların, yazarların “ama”ları, “fakatları” bir kenara koyması ve bir yol haritası çizmesi gerekir. Örneğin; Vatan Partisi Anayasa Mahkemesi önünde HDPKK’nın kapatılması için nöbette. Peki Türkiye’nin vatansever yazarları bununla ilgili bir söz söyledi mi? Türk edebiyatını mı savunmak istiyorsunuz, gelin PKK’nın siyasi partisini kapatalım. Bu Türk düşmanlığının siyasi merkezlerinden birisi HDP değil mi? Bir siyasi partiyle yan yana görünmekten mi korkuyorsunuz, o zaman siz de HDP kapatılsın kampanyası başlatın. Ancak literatür tartışmalarına sıkışınca siyasi mücadele unutuluyor. Çünkü siyasi mücadele “zor”, ancak literatür tartışması yapmak “kolay.” Bu da küçük bir eleştiri.
‘YURT ÇEKİMİ’
4) Ziya Gökalp’in “Halka Doğru” kavramını iyi anlamak gerekir. Bugün edebiyatın düşünsel kaynağı ne yazık ki halk değil. Bununla birlikte edebiyat üretiminin okur hedefi de halk değil. Türkiye’nin şu anda küçük bir azınlığını oluşturan “entelektüel” bir kesim. Hatta diyebiliriz ki bir şair, bir yazar artık yalnızca kendisi ve arkadaşları için yazıyor. Burada tek suçlu şairler ve yazarlar değil. Zaten bir suçlu, günah keçisi de aramıyoruz. Bir sürü sebebi var. Fakat irade diye bir kavram var. Eğer vatansever Türk aydını, milletinin, halkının aydınlanmasından tarafsa -ki öyledir ve her zaman da öyle olmuştur. En umutsuz anda bile- artık yeniden halka doğru gitmelidir. Ne kast ediyoruz? İşlediği temadan, konudan, tercih ettiği sözcüklere, yarattığı karakterlere kadar. Ama en önemlisi şair Hüseyin Haydar’ın aslında iki sözcükle özetlediği kavram: “Yurt Çekimi”
Çünkü biliyoruz ki “şairin hayatı şiire dâhildir”