Türkçede bağlaçlar, ilgeçler
Kemal Ateş kemalates77@gmail.com
Dilbilgisi ile dilbilim bizde birbiriyle çekişen iki alan oldu. Dilbilimdeki gelişmelerden sonra dil konularına bakış epey değişti; çoğu görüşler sarsıldı, eski terimlerin yerini yenileri aldı. Dilbilimle uğraşanlar dil konusunda yazan herkese “dilbilimci” denmesinden hoşlanmazlar. Üniversitede lisans ve doktora döneminde dilbilim okudum, bu bilim dalının Türkiye’de yerleşmesinin öncülerinden olan Prof. Dr. Doğan Aksan’ın öğrencisi oldum, onun gözetiminde makaleler yazdım; inanın benim bile “dilbilimci” olarak anılmamdan rahatsız olanlarla karşılaştım. Bu çevreler dil konusunda her yazana “dilbilimci” demezler. Dil ve dilbilim konusunda pek çok yazım, yayınım olmasına karşın, öyle anılmak için hiçbir çaba göstermedim, göstermem de; beni herkes romancı, öykücü olarak bilsin yeter. Ödüllerimi de bu türlerdeki kitaplarımla aldım. Yalnızca dilbilim değil, bütün bilimler meraklılarının olsun. Yazarlık, yazmak bana yetiyor.
OĞUZ TANSEL VE BAĞLAÇLAR
Dilbilimciler sözcüklerin anlamları yok, kullanımları vardır derler. Bu söz bütün dillerin esnekliğini, kural koymanın, tanım yapmanın, anlam vermenin zorluğunu anlatır. Bağlaçlar, iki öğeyi bağlayan sözcükler, diye tanımlanır. “Çay da çay olmuş.” derken, “da” bağlacının görevi iki öğeyi bağlamaktan çok fazladır. “Masa da masaymış” derken de öyle...
Çoğu bağlacın yabancı kökenli olduklarını biliyoruz: lakin, fakat, ama vb. Bunları almak zorunda mıydık, Türkçede bu bağlaçların yerini tutacak sözcük ya da başka öğeler yok muydu? Vardı elbette... Yazdığınız metinlerin çoğunda, çoğu yerde bu tür bağlaçları atabilirsiniz, tümceyi biraz değiştirerek Türkçede bunlara hiç de gerek olmadığını görürsünüz. Yazı yazanlar bilirler, az yazanlar daha da iyi bilirler. Dilimizde “ama”, “fakat”, “gibi” vb. bağlaç ya da ilgeçler çok kullanılır, çok yinelenir, bu da anlatımda bir kusur yaratır, yazanları uğraştırır.
Oğuz Tansel çoğu zaman “gibi” yerine “-ca” ekini kullanırdı. “Kız gibi” demez o, “kızca” der, “tepe gibi”, “kar gibi” demez, “tepece”, “karca” der. Kimi zaman da ikilemeler bizi “gibi” ilgecinden kurtarır: “Deli gibi konuşma” yerine “deli deli konuşma” diyebiliriz. Yazılarımda, örneğin; “Sık sık uğruyor ama bir yararı dokunmuyordu” gibi bir tümce yerine, “Sık sık uğrasa da, bir yararı dokunmuyordu” demeyi yeğlerim, böylece “ama” demekten kurtulurum. Çoğu zaman romanlarımda öykülerimde “ama”nın yerini bu “da / de” bağlacı alır. Ayrıca “ne ki”, “ne var ki” gibi Türkçe kökenli bağlaçlar, ilgeçler de işimi kolaylaştırır.
BIKTIRICI 'AMA'LAR
Yabancı kökenli bağlaçlara, ilgeçlere Türkçenin sanıldığı gibi fazla bir gereksinmesi yok. Şu günlerde okuduğum bir romanda beni bıktıran “ama”lar yüzünden yazıyorum bu yazıyı. Başında edebiyatı iyi bilen bir eleştirmenin bulunduğu bir yayınevinin bastığı bir romandan aldım aşağıdaki bölümü: Max saatler boyu ısrarla evi aramış ama telefon meşgul çalmıştı. Bir cep telefonu aldılar ama bu konuşmalar çok pahalıya mal oluyordu... O zamana kadar ikisi de e-postayla haşir neşir olmamıştı ama kısa süre içinde birer e-posta bağımlısına dönüştüler. Böyle “ama”lardan geçilmeyen bir romanı nasıl okursunuz?
Not: 17 Kasım saat 18.00’de Bilkent Türkçe Topluluğu’nun düzenlediği bir etkinlikte Saklı Sözlük’ü konuşacağız. Bilkentli bütün Türkçe sevdalılarıyla görüşmek umuduyla...