Türkçenin statüsünü tartışmak

1876 Anayasası dahil, o zamandan bugüne kadar 5 anayasamız oldu.

Türkçe’nin sıfatı ve statüsü, bu anayasaların hiçbirinde tartışma konusu olmadı. Yaşadığımız dünyada adeta yerçekimi olgusunun tartışılmazlığı gibi, Türkiye’de de her zaman “dilimiz elbette Türkçe” idi; bunu tartışmaya açmak kimsenin aklına gelmemişti. Anayasa yazımlarında en akla gelmeyecek konular tartışma ateşine atılırken, Türkçe ile ilgili hükümler söz konusu olduğunda tek söz edilmedi.

1990’lardan bu yana ve bugünlerde ise öyle değil.

*

Günümüzde vatandaşlığın “Türk vatandaşlığı” diye adlandırılamayacağını, egemenlik hak ve yetkisinin elbette millette olmasını, ama Türk Milleti’nde olamayacağını söyleyenler var.

Bunlar, Türkçenin statüsünü de tartışmaya açtılar. Aletleri, Anayasa’nın 3. Maddesinde yer alan Türkçe ile ilgili hüküm oldu. Hüküm şöyle: “Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.”

Bu iki cümlelik hükmün yazımında değişiklik yapılmasını isteyenlerin söylediklerini üç noktada toplamak mümkün.

İlk olarak, 1982 Anayasası’nda “Dili Türkçedir” denerek bozuk, kötü, anlamsız bir ifade kullanıldığını ileri sürdüler.

İkinci olarak, önceki dört anayasada Türkçeye resmi dil denmişken, 1982 Anayasasında bunun denmemiş olmasını atlama/yanlışlık/bozukluk saydılar. Böylece önerilerinin Türkçenin statüsünde herhangi bir değişiklik anlamına gelmediğini de savunmuş oldular.

Son olarak, bu ifadenin belirsizlik yarattığını, Türkçeye ‘resmi dilden daha fazla nitelikler” yüklediğini dile getirenler oldu. Bunlar ‘resmî dil’den ne anladıklarını hiç söylemediler. Zamanın gelişmeleri ışığında gerçek rahatsızlık da bu noktada kendini ele verdi.

*

İlk sava ilişkin olarak şunu söyleyebiliriz. Daha iyi yazım, daha güzel ifade beklentisi elbette her zaman ve her metin için anlamlıdır. Ama böyle bir tartışmanın belli bir sonuca erdirilmesi de bir o kadar güçtür. Edebi bir metin değil, anayasa üzerine konuştuğumuza göre, dikkatimizi tarihsel - siyasal anlama yoğunlaştırmamız daha doğru olur.

*

İkinci sava gelince, önceki anayasalarda Türkçeye ‘resmi dil’ sıfatı verildiği doğrudur. Ne var ki 1876’dan 1980’lere dek geçen yüz yıllık zamanda bazı gelişmeler, buna yüklenen zengin üçlü anlamın daraltılmasına yol açtı.

O yıllar boyunca resmi dil, hemen hiçbir soru işareti yaratmadan bir ülkenin ulusal-devlet dili anlamına gelirken, bu anlam parçalandı. Günümüzde ‘resmî dil’ terimi bir ülkenin federal dilini, ‘devlet dili’ ise federe parçaların dillerini anlatabiliyor. Ya da ‘resmî dil’in illa ulusal dil olması gerekmediği, bölgesel / azınlık dillerinin resmen tanınmasıyla, bunlara da resmi dil statüsü verilebileceği ileri sürülüyor.

Bu gelişmeler ortadayken dört eski anayasada kullanılmış terimleri referans almayı önermek, kendiliğinden doğru bir iş yapmış olmak anlamına gelmiyor.

*

Son olarak, bizim 3. maddede ‘resmî dil’ lafı yok ama, madde başlığında ‘resmî dil’ sözü geçiyor. Bir ilan daha var. Maddenin gerekçesi! Burada “Türkiye’de yaşayan insanların resmî dillerinin Türkçe olduğu... bir kere daha belirtilmiştir” deniyor. Buna bakarak, maddede sözü edilen şeyin ‘resmî dil’ olduğunu söyleyebiliriz.

Ama dikkatte yarar var. Madde gerekçesinde ‘insanların resmî dili’ deyişi, resmî dilden anlaşılan şeyin hem devlet dili hem de ulusal dil olduğunu gösteriyor. İşte bu çok iyi!

Maddenin yazılışı, daha önceki anayasalarda hiç yapılmamış bir iş yapıyor ve ‘resmî dil’i tanımlıyor. Günümüzde terimlerin tanım bunalımı yaşandığını göz önünde tutarsak, madde bu haliyle en büyük ihtiyacı karşılamış oluyor. Bize, küreselcilik dönemiyle birlikte ortaya çıkan terim-tanım değişikliklerini göğüsleyebilme gücü veriyor.

*

Bugünkü Anayasa’nın, Türkçenin anayasal sıfat ve statüsünü hükme bağlayan Madde 3/birinci paragrafı, yazımı ve hükmüyle güzel ve doğrudur. İiyi ifade’ gerekçesiyle iş kotarmaya çalışan işgüzarlara, gayrımilli ve federasyoncu kuvvetler adına Türkçenin statüsüne dokunmalarına izin vermek olmaz.