Türkiye fırsatları neden kaçırdı?

Ekonomik kriz derinleşiyor. Mehmet Şimşek yönetimi, Amerikan Merkez Bankası’nın faiz indirimi kararından sonra çok mutlu. Türkiye yüksek faiz verdiği için Amerika’dan kaçan sıcak para bize gelecek. İçeriye giren dolarlar, Türk lirası olarak birkaç ay % 50 faizde yatıp, sonra yine dolara çevrilerek, istediği an çıkıp gidecek.

Bu soygunun halkın refahına olumlu bir etkisi olacak mı? Olmaz olur mu, elbette olacak. Para bollaşınca ucuzlayacak. Ucuzlayınca faizler düşecek. Hepimiz yeniden borçlanma şansına kavuşacağız. Böylece yarının kazancını bugünden harcayarak, sanal bir refah balonunu şişirmeye devam edeceğiz. Tıpkı balonun patlamasından önce olduğu gibi!

BORÇ BİR İMKÂNDIR

Bu bir ekonomi modeli. Kemal Derviş’in 2001 krizinden çıkış için dayattığı bu formülün ekmeğini 2002’de iktidar olduktan sonra AK Parti yedi. Türkiye’ye akmaya başlayan sıcak paranın yarattığı sanal refah, hem AK Parti’nin seçim başarılarının ekonomik temelini oluşturdu hem de devleti, özel sektörü ve halkı borç bağımlısına çevirdi.

Aslında borç, kategorik olarak karşı çıkılacak bir şey değil. Dışa bağımlı olmayan bir kalkınmanın esası tasarruftur. Fakat borçlanma da milli ekonominin kalkınmasında bir imkân olarak değerlendirilebilir. Aldığınız borç üretim kapasitenizin artmasına hizmet edecek ve sektörel bir kaldıraç görevi görecekse değerlendirilebilir.

Türkiye’yi yönetenler ise bu yaklaşımın çok uzağında kaldılar. Kalkınmadan katma değer yaratmayan yatırımları anlayıp, aldıkları borcu betona gömdüler. Ödeme vakti gelince de Cumhuriyet’in kurduğu KİT’leri satarak ülkeyi yoksullaştırdılar.

1961 yılında Güney Kore’nin kişi başına geliri 64 dolar, Türkiye’nin 191 dolardı. 2023’te Güney Kore 33 bin, Türkiye 12 bin dolar. Almış yıl önce Güney Kore’den üç kat daha zengindik. Şimdi onlardan yaklaşık üç kat daha yoksuluz. Birilerinin bir şeyleri yanlış yaptığının kanıtıdır bu rakamlar.

Türkiye, Atatürk dönemi dışında kaynaklarını doğru yönetemedi. Esasen çok partili yaşama geçildikten sonra bütün fırsatları kaçırdı. Türkiye’yi yönetenler demokrasiyi, özellikle ekonomik alanda kuralsızlık olarak uyguladı. Bugün kapitalizmin beşiği olan gelişmiş ülkelerde devletin ekonomiye müdahalesi, düzenleyici kanunların etkisi ve planlama mantığı, Türkiye’dekinden çok daha ileri düzeydedir. Türk siyasetçisinin idraki ise, demiryollarının komünist işi olduğu seviyesini hiçbir zaman aşamadı.

DEVRİMİ TAMAMLAMAK

Atatürk dönemi ile Küçük Amerika döneminin temel farklarını üç başlıkta özetlemek mümkün. Birincisi tam bağımsızlık hassasiyetinin yok oluşu... Ekonomik kalkınma, siyasi bağımsızlığımızın temeli olduğu halde Küçük Amerika’nın politikacıları, Dünyada tam bağımsız kalmanın koşullarının ortadan kalktığı yalanını söylediler. Bu acizlik, Türkiye ekonomisini ABD liderliğindeki Batı sisteminin bir uzantısına çevirdi. Tanzimat sonrasında olduğu gibi yarı-bağımlı çarpık bir kapitalizme dönüştürdü.

İkincisi, çok partili sistemin Türkiye’de siyaseti popülizm yönünde yozlaştırması oldu. Hiçbir uzun vadeli karara tahammülü olmayan bir siyaset dünyası ve planlama kavramıyla kavgalı politikacılar elinde, hiçbir fırsat zaten değerlendirilemezdi. Popülizm, seçimi kazanan partinin tüm siyasal ve ekonomik kararlar üzerinde mutlak egemen hale gelmesini zorunlu kılar.

Çünkü siyasal iddiasını sürdürebilmesi, ancak kamu kaynaklarını kendi yandaşlarına dağıtması (patronaj) sayesinde mümkündür. Arkada kalan on yıllarda Türkiye’nin kaderine hükmeden partiler ve liderler, siyaseti program ve fikir temelinde yapmadıkları için, patronaj şansını kaybetmeleri halinde bütün siyasal iddialarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıydılar.

Üçüncü ve en temel neden ise, Türkiye’nin devrimini tamamlamamış olmasıdır. Türkiye’yi yöneten popülist partiler, rejimin dayandığı anayasal esaslara dair konularda bile oydaşma sağlayamadılar. AK Parti durup dinlenip anayasa tartışması açmaya çalışıyor. Gerekçeleri inandırıcılıktan uzak.

Cumhuriyet’in ilanından 100 yıl sonra bile hala Dem Partisiyle Hüda Par’ıyla anayasanın ilk dört maddesiyle kavgalı olanlar, TBMM’den ses yükseltebiliyorlar. Hüda Par’ın toplumun ezici çoğunluğunda karşılığı yok. Fakat hükümet partisi eliyle Meclis’e sokulunca, ulusal gündemi belirleyecek imkâna kavuşturulmuş oluyor.

Sonuç olarak, Türkiye on yıllardır bu tür saçmalıklarla meşgul oldu. Kendi iç hesaplaşmalarından doğan gündemlere boğuldu. Dünyayı takip etmedi, günlük yaşadı. Bu nedenle, tam bağımsızlığa uygun ekonomik modeli ayakları üzerine oturtamadı.

Bunca tecrübeden sonra hala Mehmet Şimşeklerin sıcak paraya dayalı borç ekonomisinde medet araması, Güney Kore’nin bize ne kadar uzak olduğunu gösteriyor. Ama coğrafi mesafe olarak değil, rasyonel kafa yapısı olarak. Böyle bir ülke fırsatları kaçırmaz da ne yapar!