Türkiye'de artan toplumsal yozlaşmanın/yabancılaşmanın kaynakları ve çözüm

Bu başlığı ben atmadım. Gazetemiz böyle bir üst başlık altında düşüncelerimi öğrenmek istedi ve ziyadesiyle sevindim. Sevindim çünkü, 1984’te ilk makalemi yazdığım Mızrap Dergisi'ndeki yazıma baktığımda, aslında 40 yıldır aynı tehlike ve çözümleri üzerine yazdığımı gördüm. Gerçek, Evrensel, Evrensel Kültür, İnsancıl, Cumhuriyet, Aydınlık, Yeni Gelen, Masa, Bilim Ütopya, Teori ve daha birçok yayın organı. Radyo Tv programlarım, derslerim, kitaplarım, konserlerim hep bu tema üzerine.

Daha da dikkatimi çeken rahmetli babamın da kitapları, köşe yazıları, sohbetleri de aynı minval üzere…
Çok daha dikkatimi çeken ondan da öncelerine kadar akan bir süreç var. Tarihteki sayfaları geri çevirdikçe sararıyor, aynı konu Tanzimat'a ve hatta birkaç adım daha öncesine kadar gidiyor.

Benim yazılarımı ve üslûbumu bilirsiniz; herkesin rahatlıkla anlayacağı ve katılacağı bir dil kullanırım, derslerimde de en mutlu olduğum an; ''Hocam böyle anlatsalardı anlardık'' dedikleri anlardır.

Toplumsal yozlaşmanın gözlemlendiği, tartışıldığı, dert edinildiği süreçlere baktığımızda; taşıyıcı değerlerin birbirine girdiğine, ekonomik kazanç, ikbal, kayırma, adalet zaafı ve faydacılığın yükseldiğine tanık oluyoruz.

Toplumsal yozlaşmayı mutasyonlarla anormalleşen kanserli hücrelere benzetirim. Bu toplumsal mutasyonu yaratan faktörler ise tıpkı boz yap oyununun parçacıkları gibidir. Süreçle yanyana gelirler ve ancak panonun tamamlanmasına yakın evresinde gerçek resmi görebilirsiniz.

Nedir o parçacıklar peki?

Kapitalizmin üretim tarzı; toplumlarda ekonomi- toplum ilişkilerini ters-yüz eder. Bir anlamda ekonomi toplumun hizmetinde olması gerekirken toplum ekonominin hizmetine girer. Bu çarkın rahat işleyebilmesi için de önce bireysel sonra da toplumsal yabancılaşma tüm parametreleriyle devreye sokulur. Asıl ihtiyaç ile üretim arasındaki ilişkinin açılabilmesi için toplumun değerleri ile hızlıca yabancılaşması gerekir.

Toplumsal yozlaşmanın dayandığı temel noktayı Kapitalist üretim tarzına dayalı yabancılaştırma olarak görüyorum. Meseleye bu noktadan baktığımızda toplumda her şeyin altüst olması tipik metastaz disiplini ile hareket eder. Son Osmanlı, Tanzimat ve ilk Cumhuriyet sanatçıları, münevverleri ve özellikle edebiyatçıları bu tehlikeli yayılmayı eserlerinde ısrarla işaret etmişlerdir.

Burada kuralı bozan önemli bir nokta görüyorum; istilanın başarı oranı, zayıf hücrelerden ziyade kuvvetli hücrelerde daha da etkili oluyor. Hatta istila kuvvetli hücreler üzerinden vücuda yayılıyor da diyebiliriz. Toplumun daha eğitimsiz, genelde toprağa bağlı, gelenekçi katmanı direnç gösterirken, daha ''eğitimli ve seçkin'' katmanının teslim olduğuna hatta işi kolay kıldığına tanık oluyoruz.

Tabii ki eğitim şart ama nasıl ve neyin güdümünde eğitim! Bu kafası karışık, her gün deri değiştiren, modeller bulamacının sunduğu eğitim mi? Yoksa çadır kurmaktan daha kolay olan vakıf kurup, üzerinden apartman dairesine Üniversite kurdurtan eğitim mi?

Hücresel metastazın en hasar veren dokusu ise adalettir diye düşünüyorum. Artan toplumsal yozlaşmanın küstahlaşması ve sınır tanımamasındaki temel etkenlerden biri de adalete olan güvenin yitirilmiş olmasıdır. Bugün yaşanılan da budur ve tehlike büyüktür!

Adalet dediğimiz; Adalet Sarayları, mahkemeler ile sınırlı bir kavram değil, toplumun ve kamunun vicdanına dayalı her türlü alanı içine alan bir büyük halkadır. Bu alandaki yozlaşma ve güvensizlik her alanı etkiler ve hücresel yayılım, dokuları, organları ve sonunda bedeni düşürür.

Dilde, dinde, eğitimde, bürokraside, kamusal hizmet alanlarında yozlaşmanın hedefinde toplumsal özgüveni yok etmek vardır. Israrla her yazımda söylüyorum Özgüven; bir milletin immün sistemidir, bağışıklık kalesinin duvarlarıdır.

Saldırı o kalenin burçlarınadır; aile yapısına, inançlarına, tarihine, maddi manevi değerlerine, kadınlarına, gençlerine, çocuklarına, hatta doğmamış bebelerinedir. Burçlar; Lgbt, uyuşturucu, moda, değersizleştirme, tüketim çılgınlığı ile saldırı altındadır. Bu mesele yalnızca Türkiye'yi değil, insanlığı hedef almıştır. Farkında olan ülkelerburçlarında gedik açılmasına izin vermiyor, açıldıysa da hızlıca onarıyor.

Çözüm…

Farkına varmak… Öz cevhere inanmak… Üreterek zenginleşmek…

Kapitalizmin yıkıcı bir sistem olduğunu kabul ettiğimiz gibi yaratıcı ve kendini sürekli yenileyen bir pratiği olduğunu da göz ardı etmemeliyiz. Çöküş sürecine girdiği için daha da azgınlaşacaktır çünkü o da bir çıkış yolu arıyor. Tam da bu noktada bütün gücü her alanda üretime vermek elzemdir. Tarımda, sanayide, ekonomide, sanatta, eğitimde, siyasette…

Kendini sevmeyen, beğenmeyen ve inanmayan bir toplum haline geldik. İnsanlarımız geleceğe dair güvenle bakmıyor, her alanda beyin göçü simsarları fakültede 3. sınıflarda parlak zekâları tuzaklayıp yurtdışına devşirme telaşında. Karnındaki bebek çifte vatandaş olsun diye parası olan doğum yapacak ülke arıyor. Böyle gitmeyeceği kesin.

Tekrar ve yüksek sesle söylüyorum; toplumsal yozlaşmayla mücadele etmenin yolu Sosyal Bağışıklık sistemimizi güçlendirmek ve öz güveni tesis etmektir. Bu da yukardan büyük, anlaşılmaz, ideolojik terimlere bulanmış bilgi küfelerini caddelere, sokaklara, hanelerin önüne boca etmekle olmaz. Sokağı dinleyeceğiz ve onun dili ile onunla kol kola gireceğiz. ''Bal tutan parmağını yalar'' toplumundan ''Komşun açken tok yatma'' toplumuna ancak böyle evriliriz.