Türkiye’de sistem zorlaması pahalıya yol açacağa benziyor

Türkiye’nin ana gündemini, ülkeyi kuşatan terör sorunları, toplumsal barışın sağlanması ve ekonomide yoğunlaşan darboğazın ivedi olarak aşılması konularının oluşturması gerekirdi. Oysa Türkiye 15 Temmuz kanlı darbe girişimi sonrasında Yenikapı’da yapılan uzlaşmacı açıklamaların tam aksine, yeniden zıtlaşmacı ve dayatmacı politikalara dönüldü. Ülke gündemi, başkanlık sitemine ve anayasa değişikliğine kilitlendi. Haftalardır tartışılan konu bu. Bu durumun mimarı da Bahçeli.

Darbe girişimi sonrası, Erdoğan ve AKP’nin de gündeminden çıkmasına karşın, Bahçeli tarafından, MHP içresindeki muhalif gurupları saf dışı bırakmak ve kendi koltuğunu korumak amacıyla, başkanlık sistemi yeniden gündeme getirildi. Kuşkusuz Erdoğan ve AKP de, MHP ile gerekli çoğunluğun sağlanabileceğini düşünerek, sistem değişikliği konusuna yeniden sarıldı.

AKP ve MHP başkanları arasında, kapalı kapılar arkasında yapılan, içeriği hakkında bilgil verilmeyen görüşmeleri, hep birlikte büyük bir hayretle izliyoruz. Yapılacak anayasa değişikliklerinin neleri içereceği, ismine Cumhurbaşkanlığı da dense, başkanın hangi yetkileri taşıyacağı saklı tutuluyor. Türkiye’de parlamenter demokrasi yerine, yapısal bir sistem değişikliği yapılmak isteniyor. Ancak ne muhalefet partilerine ve ne de kamuoyuna gerekli bilgi verilmiyor.

Kanımca demokrasilerde bu yöntemle, bir sistem ve anayasa değişikliğinin yapılmak istenmesinin benzeri yoktur. Bu denli önemli konuda görüş ve önerilerin, parlamento ve kamuoyuyla büyük bir şeffaflık içersinde paylaşılması, demokratik anlayışın vazgeçilemez zorunluluğudur. Biliyorum, siz okuyucularım bana, hangi demokrasiden söz ettiğimi soracaksınız. Tabii ki haklısınız. Ne var ki Cumhurbaşkanı ve AKP iktidarı hala demokrasiden söz etmekte ve bunun Türkiye’de uygulanmakta olduğunu belirtmektedirler.

KİŞİYE ÖZEL BİR BAŞKANLIK SİTEMİ Mİ?

Türkiye için düşünülen başkanlık sistemi, Büyük Millet Meclisi’ni göstermelik konuma indirgeyecekse, Başkanın veya Cumhurbaşkanı kararlarının, Parlamento ve/veya Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenmesi ve gerektiğinde de engellenmesi yapılamayacaksa, bunun demokrasiyle bağdaşmayacağı çok açıktır. Bu yetkilerle donatılmış Cumhurbaşkanı’nın, ülkeyi tek başına istediği gibi yönetmesi demektir. Böyle bir sisteme tabii ki demokrasi denemeyecek ve tek kişiye dayanan aşırı otoriter, denetimsiz ve diktaya kadar uzanma riski beraberinde getirecektir.

Demokratik Başkanlık siteminin en belirgin uygulandığı ülke olan ABD’de, Başkan’ın istediği her yasal değişikliği yapamadığı, zaman zaman kongre ve yüksek yargı organı tarafından denetlendiğini veya engellendiğini yakından izliyoruz.

Askeri müdahalelerle yapılan süreli engellenmelere ve uygulamadaki tüm noksanlarına karşın, Türkiye’de parlamenter demokrasi geleneği uzun yıllara dayanmaktadır. Ülkeyi demokrasi bakımından geriye götürecek böyle bir sistem değişikliğini Türkiye asla hak etmemektedir. Türkiye’de demokrasinin ve Meclisin geleceğini ilgilendiren böyle bir karar verilirken, milletvekillerini, sadece ve sadece ülke yararına ve vicdanlarına göre karar vermeye çağırıyorum. Bu konuda boş kağıda imza atanlar, ömür boyu bunun vabalinden asla kurtulamazlar.

EKONOMİDE KRİZ GİDEREK BÜYÜYOR

Ekonominin kendi kuralları vardır. Buyrukla ekonomi yönetilemez. Merkez Bankası’nın ana görevi, küresel etkilerden kaynaklanan finans risklerini göz önünde bulundurarak, para ve kur politikasını düzenlemektir. Böylece bir yandan TL değerini korumayı amaçlarken, diğer yandan da ekonomik büyümenin ve istihdamın artmasına uygun faize dayalı parasal önlemleri alır. Merkez Bankası hükümetle sadece döviz kuru sistemini birlikte belirler, bunun dışında hükümetten bağımsız olarak çalışır.

Batı Avrupa ülkelerinde ve ABD’de enflasyon yıl ortalamalarına göre yüzde 1-2 düzeyindedir. Enflasyonun bu denli düşük olması, faizlerin de düşük olmasını beraberinde getirmektedir. Türkiye’de gerçek enflasyon yıl ortalamasında yüzde 10 düzeyindeyken, faizlerin aşağıya çekilmesini istemek, Türkiye’den dolar ve Avronun yurt dışına kaçmasına, TL’sı olanların da dövize yönelmesine neden oluyor. Buna bir de siyasi belirsizlik eklenince, son aylarda yaşadığımız gibi, TL büyük bir değer kaybına uğrar. Merkez Bankası’na dıştan yapılan her müdahalenin, TL’nin değer kaybına yol açtığı artık görülmelidir ve Cumhurbaşkanı’ndan da gelse, bu tür yönlendirmeler yapılmamalıdır.