Türkiye’nin Sivas’ı

Çeyrek yüzyıl oldu. On altı yaşındaydım. Bir telefon defterine şiirler yazıyordum. Akşam, tesadüf, televizyon haberlerinde (o gün bugün haber almak için televizyonu tercih etmem) yangın görüntüleriyle karşılaştım. Temmuzdu, yazdı. Yaz, deniz demekti, Ada’ya giderdim! Sıcaktı. Bizimki gibi mahalleler Kurtuluş, Feriköy, boğucu, evler üstüne gelirdi insanın...

Balkonda, masada kavun, rakı, peynir; babama baktım. Hatırlıyorum. Ekranda ters dönmüş arabalar, koşuşan kalabalık, alevler temmuz kırmızısı. Babam ki orada, balkondaki küçük lambanın ışığına takılmış sineklerin altında dağ gibi, yaşıyordu; başka babalar kül olurken. "Dağlar var dağlardan yüce, dağ mı dayanır bu güce" dizesi dilimde, Pir Sultan’dan... O gün bugün, ne zaman türkü dinlesem ciğerim yanar, Bedri Rahmi ustamın dediğince, şairliğimden utanırım köy türkülerinde...

Dumandı, alevdi Sivas. Dışarısı sıcaktı. Defterime Rıfat Ilgaz’ın neden çok sevdiğimi bilmediğim bir fotoğrafını yapıştırıp Aydın mısın şiirini okuduktan sonra yastığa koyuyordum başımı. Uyuyamıyordum. Bir diken ki o gün bugün, kalbimde gezinerekten batıyor içime.

Bu aralar ortalara dökülen, Amerikan tarzı bir politikacının, ertesi gün gazetelerde "çok şükür otel dışında halkımız zarar görmemiştir" diyerek insanları otel yerine koyan demecini okumuştum. O gün bugün, sıradan politikacılara dayanamıyorum, "politika" kelimesinin antik Yunan dilinde çok yüzlü anlamına geldiği söylenir. 1930’da da Fethi Bey’in Serbest Cumhuriyet Fırkası kurulup kapandıktan sonra Kubilay’ın kafasının kesilmesini, "zarar görmüş hükümet prestijinin teyit edilmesi için bir fırsat altın tepside sunuluyordu" diye gören dönemin ABD elçisi bir Joseph C. Grew vardır, Amerikalı işte! Hep böyledir Amerikalılık. Freud, ‘Amerika bir şaka, hem de çok kötü bir şaka’ derdi.

Söz ettiğim politikacının Madımak Katliamı sonrası bir başka demeci de şuydu: "Olayı büyütmek yanlış, bir futbol maçında da bu kadar insan ölebilirdi." Nihayet futbol! Ülkemizde eğitimli eğitimsiz herkesin sonunda futbol örneği verdiğini o gün fark etmiş, bu değişik sporla ilişkimi kesmiştim. Koşmayı severim, yüzmeyi ve Sivas’ı unutmam. Temmuzda değil sadece, kışın da unutmam. O ateşte bilerim kendimi. Üşürken kışın, insanları yakan ateşi hatırlar, soğuğa çıkıp yürürüm. On altı yaşında söz vermiştim, kim unutursa unutsun, her daim, hatırlatacaktım bu alçaklığı!

2005 yılında Behçet Aysan adına verilen şiir ödülünü aldığımda sözümü tuttuğuma daha çok inandım. Borcum vardı Aysan’a. İnsan olmak borçlu olmaktı. Altıok Metin’e borcum, aynı gazetede yazıyoruz. "Nar çocuk, naçar çocuk, dal olur açar çocuk", diye türkü söyleyen Hasret Gültekin’e borcum var; kızımın adı Nar. Borcum var Aziz Nesin’e, Şimdiki Çocuklar Harika’ya ne çok gülerdim. Uğur Kaynar’a borcum var, Asım Bezirci’ye... Madem okuyanlar, yazanlar yakılmıştı, o gün karar vermiştim, okuyup yazacaktım. "Bir insan ömrünü neye vermeli, harcanıp gidiyor ömür dediğin" çalıyor bunları yazarken. Açtım sesi az daha. Elim titriyor yazarken, demişti Yakup Kadri, elim titriyor... "Yolda kalan da bir, yürüyen de bir..."

Sivas’ta katiller, gece rahat uyuyabiliyorlar mı yastığa baş koyunca? Karanlıkta su içmeye kalktıklarında arka odadan yanmış ölülerin çıkacağını düşünüp terliyorlar mı korkudan? Yaptıklarının; adalet varsa dünyada ki inanmam, yanlarına kâr kalmaması gerekirdi. Unutmadım. Külle mi okşadılar o gün çocuklarını. Uzandılar karılarının yanına, yetimlerin acısıyla mı? Bilmiyorum. Hesap vermeden uyumayacağım bir gecem olmayacaktı, o gün anladım.

Birkaç ay evvel, Sivas’ta, üniversiteden davet aldım. Söyleşi - imza bitince, arkadaşlar yemek yiyelim dedi, merkeze indik. Hava kararıyor ufaktan. Kongre binasının önünde fotoğraf çektirdik; anı olsun... Sonra çocuklardan beni o uğursuz otele götürmelerini rica ettim. Tabii ağabey, dediler, güzel çocuklar hep. Elim titriyor demişti Yakup Kadri... Yürüdük. Yürümeyi severim. On dakika sonra, bak hocam burası, dedi arkadaşlar... Yanık kokusu duyuyordum göğsümden yükselen... "E hani otel?" Sokak boştu. İş merkezi, arabalar, pencereler gri. Alev sönmüştü çoktan. Bilim Sanat Merkezi yazıyordu otel binasının yerinde... Bilim ve sanat. Ağlamak geldi içimden.

Söz vermiştim çeyrek asır önce, o gün bugün, düşmanın zulmetine, hiç ağlamadım.