Türkiye’yi bölmenin projesi!
Türkiye’yi dövme seansına dönüşen son müdahaleler ve açıklanan 2015 Raporu’ndan sonra yılan hikayesine dönüşen Avrupa Birliği’ne sözde üyeliğin samimi biçimde masaya yatırılması, kaçınılmaz biçimde önümüzde duruyor.
Zira, Türkiye Cumhuriyeti’ne çok ağır bedellerin ödettirildiği AB’ye üyelik süreci, çoktan Türkiye’nin çöküş sürecine evrilmiş bulunuyor.
BİTİRMEK İÇİN HER ŞEYİ YAPTILAR
Türkiye bölgenin parlayan yıldızı iken, Gümrük Birliği Anlaşması ile ekonomisi zayıflatıldı, dış borçlar misliyle katlandı. Açılan her fasılla kurumları yapısöküme uğratıldı, üretimine darbe vuruldu, tarım bitirildi...
Tüm bunlar kotarılırken işbirlikçilerini iyi seçtiler. Avrupa Birliği mevzuatını anlamayan Ankara her zaman işlerine geldi. Atatürkçülerden nefret ettikleri kadar kimseden etmediler, ulusalcı aydın kadrolardan korktukları kadar kimseden korkmadılar. Gördükleri yerde devre dışı bıraktırdılar; rakibin başını ezdiler. Destekledikleri kesim daima siyasal İslamcılar denilen gerici gürüh oldu, kapalı kapılar ardından birlikte federasyon pazarlıkları yürüttüler. Üniter laik Türk Devleti’ni el birliğiyle sırtından hançerlediler. İktidar ve şahsi ikbal uğruna Türkiye’nin aleyhine işleyecek, ülkeyi sömürgeleştiren 2004/2005 döneminin Müzakere Çerçeve Belgesi’ne bilinçli imza atanlar, vatana ihanet suçu anlamına gelen üyelik projelerine destek verdiler, en son Ege’de Adaları teslim ettiler.
İHANETİ GÖRDÜK
Bir ülke projelerle nasıl teslim edilir veya teslim alınır, kitaplara sığmayan örneği oluşturuldu... AB’ye nasıl üyelikse? Süreçte; kardeşi kardeşe kırdırttıklarını, Türk-Kürt çatışmasını desteklediklerini, ayrılıkçı Kürtlere arka çıktıklarını yaşadık. Türkiye’nin bölünmez bütünlüğüne, Anayasası’na, vatandaşlık tanımına saygı duymadıklarını; özerkliği amansız savunduklarını gördük. Bölgede güçlü Türkiye, güçlü TSK istemediklerini, terörle mücadeleyi engellediklerini, PKK’nın kılına zarar gelmesine tahammül edemediklerini ibretle gözlemledik. Türkiye’nin üyeliğini asla akıllarından geçirmedikleri halde, ulusal egemenliği hiçe sayarak, Dicle-Fırat havzasındaki su kaynaklarına kadar, bir çok meselenin kaderini tayin etmek istemelerine, nüfuz simsarlıklarına tanık olduk. İktidarı, muhalefeti kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirip; çıkış yollarına kurdurdukları tuzaklarla tanıştık.
Adım adım, işgali tenefüs ettik.
EGEMENLİKLER PROJEYE TESLİM
AB’ye üye olsaydı dahi dünyanın jeopolitik en önemli kilit noktasında bulunan Türkiye’nin egemenlik anlayışının, AB gibi projelerin mevzuatıyla bağdaşmayacağını yıllarca dillendirdik, egemenlikler konusunu Türkiye’nin ısrarla gözden geçirmesine dikkat çekmeye çalıştık. Şimdi çok vahim bir dönemeçteyiz! Türkiye’nin tüm ulusal güçlerinin seferberliğini gerektiren felaket aşamasına gelinmiş bulunuyor...
ÇOOOK SERT AB RAPORU
Havuz medyası böyle anons etti. Sözde enteller de üstüne atladı, Avrupa Birliği’nin sopasıyla güya muhalefeti oynayacaklar. İşin ciddiyetini anlayamadılar. Yıkıcı gerçek çok daha fazlası...Evvelsi hafta dayatılan Avrupa Birliği’nin 2015 Türkiye Raporu ülkenin şamar oğlanı yapıldığının tescili. Sanırsınız Türkiye savaştan mağlup çıktı!... Zorbalıklarından pek eminler, onlar da aslında bıçağın çoktan kemiğe dayandığının farkındalar!
Dur diyebilecek siyasi iradenin olmadığını biliyorlar! Bunun nedeni de yine, AB eliyle Türkiye’nin başına sarılan cahil; ulusal bilinç yoksunu, dincilerin rejimi sayesinde. Oysa şu an, Türkiye için Avrupa Birliği’ne dur demek ertelenemeyecek biçimde acildir!
MÜZAKERE KILIFI İLE TÜRKİYE PAYLAŞILIYOR
2014 yılında Aydınlık’ta çıkan Daha neyin müzakeresi? başlıklı yazımdan bir bölümü tekrar paylaşmak istiyorum:
Alman die Welt gazetesi, Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz ile bir söyleşi gerçekleştiriyor. Konuşma esnasında Schulz’un ağzından aniden Uhland’ın Cesur Suebyalı şiiri dökülüyor:
“Kılıcına hışımla sarıldı,
salladı süvarinin kafasına!
Kılıç eğeri ortasından yardı,
parçalara ayırdı...
Atın sırtına da derince saplandı!
Türk’ün bölünmüş iki yarısı,
atın sağından ve solundan,
aşağıya çakıldı!”
Gazeteci şaşkınlıkla ne anlama geldiğini soruyor. Martin Schulz “kimse kimseyi kandırmasın” diye başlıyor ve özetliyor: Üyelik müzakereleri, sonunda üyeliğin olması demektir. Müzakere süreci diye bir kavram ortaya atıldı ve süreç Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye karşı yüzündeki maskeyi korumasına hizmet ediyor. Üyeliğini istemediğiniz bir ülkeyle neyin müzakeresini yapıyorsunuz? AB ülkeleri yıllardır Türkiye ile müzakere ediyor, ancak üyeliği konusunda ortak bir fikir bile geliştirilmedi...
Arife tarif ne gerek? İslam karşıtlığının, ırkçılıkla paralel yükseldiği son süreçte Avrupalıların derdi kendi kültürlerine dahil etmek istemedikleri Türklerle ortak yaşamanın yollarını aramak değil.
O veya bu sebeple, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine hiç bir Avrupalı siyasetçinin zerre kadar şans tanımadığını bilmeyen mi kaldı? Avrupalılar kıralın çıplak olduğunu biliyorlar, aman bozuntuya vermeyin, Türkler uyanmasın modundalar! Üyelik müzakereleri tarihin en büyük ikiyüzlülüğü ile yürütülüyor.
Zayıflattıkları, parçalar halinde yutmaya hazırladıkları bir Türkiye’den çıkar beklentileri daha yüksek! Bu nedenle Akbabalar gibi, raporlarla saldırıyorlar, çünkü sonunda ganimet çok daha büyük!
SONUÇ
Türkiye için artık “Sahi daha neyin müzakeresi, neyin raporu?” sorusunu yeniden sorma zamanıdır! Bekası için cesur cevaplar bulmak zorundadır. Yazdık, yine yazalım... Aksi halde durum Türk Kamikazesidir! Türkiye cesur adımlar atamazsa Suebyalıların* kılıcıyla ikiye ayrılmaya, yok olmaya mahkumdur!
Not: Bkz. Ludwig Uhland (Alman siyasetçi, tarih Profesörü, şair 1787-1862)
* Germen ırkının etnik alt gurubu olan Suebyalılar (bugünkü Schwabe) Schwäbisch lehçesi konuşuyorlar, nüfusları 8 milyon, Baden Würtenberg Eyaleti’nde yaşıyorlar.