Turkuaz

İçeri girince gözüme ilk çarpan nesne “Turkuazın Büyüsü” oldu. Ben bebeklikten büyülenmiş olduğum mavi boncuk tarafından hemen önüne gittim, elime kitabı almıştım ki, bir hanım aniden yanıma dikilip ısrarla “Nerelisiniz, nerelisiniz?” diye sordu pat diye: “Türküm” dedim. “Nasıl olur her tarafınız bizimkiler gibi mavi boncuk” dedi ve kaçtı. Haklıydı; boynumda bir Turkuaz madalyon, sol elimde 2 adet turkuaz yüzük, bileğimde Ankaralı bir hanımın yaptığı beş sıra Turkuaz bilezik, kulaklarımda bir çift turkuaz küpe! Demek öyle; hanımı hemen yakaladım: “Siz turkuazın bir Türk taşı olduğunu ve Türk-Oğuz’dan türediğini biliyor musunuz?” Bilmiyordu ama gururla “Bu taşlar aslında bizim yerlilerimize aittir ve Amerika’da çıkartılır” dedi. “Bakın ama bunlar da Türkiye’den” deyince hemen elimi tutup yüzüklerimi inceledi teklifsiz. Masmavi olanını tanıdı ama sarı damarları olanı görünce sevinerek “Bunun kimyası farklı” dedi.

(Benzerlikler yerine farklılara odaklanmak ayırımcılığın ilk adımıdır). Ben: “Yine de aynı maden”. O: “Neden bu kadar benzerlik var yerlilerle aranızda? Ben “Onlar zaten soydaşımız. Bu adetlerini ve dillerini Türk diyarından göç ederken getirmişler” dedim ve nereli olduğunu sordum “Bronx” dedi. Yılmadım. Atalarınız kim diye sorunca "Rus göçmeniyiz" dedi ve hediyelik eşya seçmeye devam etti. Dönüp etrafa baktığımda gördüğüm her şey tanıdıktı. Mavi boncuklu kolye, bilezik, mavi renkli eşya, kilim, çanak, dokuma ve hatta tanıdık desenlerle bezenmiş yemek takımları ve şarap bardakları bile vardı satılık. Burası Simithsonian Ulusal Amerikan Yerlileri Müzesiydi (National Museum of American Indian).

T.C. CANON (1946-1978)

Müzeciliğin yanında, resim sergileri, çocuklar için yerli hikâyeleri anlatma, etkileşimli deneyler bölümü olan bu müzenin Temmuz ayı sergisi Oklohoma Kiowa Kabilesi mensubu ve ABD’nin en önemli ressamlarından Canon’a ait olan sergiyi gezerek yoluma devam ettim.

“Amerika’da ölümle kalım arasında”. Otuz bir yaşında arabasının yoldan çıkmasıyla hayatını kaybeden bu yerli geçmişi geleceğe taşımak düşüncesiyle resimlerini yapıyor. Aynı zamanda şiir ve Bob Dylan etkisinde kalan şarkı sözleri yazıyor. İşte o şiirlerden biri:

KALPLER VE AKILLAR

tanrı hala Hanoi’de kıvranan anneleri kutsasın, iyi kalpli ve yanmış çocukların

yaralarının yanık tarlarını sürerken, (işte) Amerikan uçakları (ve) devrim anneleri

çamurlu sığınakların göğüsleri kurumuş annelerin gözleri kan çanağı

dehşete kapılmış buddha’nın ayaklarını öpen,

tanrı yüzünü çeviren akılsızları affetsin, genç erkeklerin ıstırabını işitmeyi unutan

hemşerilerimin yalancı içtenlikleri, Lanet olası yalanlar söyleyen

(haber) kanalarındaki çığlıkların düğmesini kapatan, göğü duymayı reddeden

vatansever şaşkın oğlan çocuklarına söylenen, onların çevresine yerleşen

morarmış bir korku dumanıyla her birini öpen, yemeğe acelesi olan

affetmeye pek geciken, çoktan hatırlamadıkları için

Evde oturmayı bilecek kadar hatırlayan, Bufalo ve patatesten ibaret göçmen tarlalarında

Ve donuk ruh halleriyle bahseden zencisiz mahallelerinde barıştan

tanrı fransa ve amerikanın delilerini affetsin, budalalıklarını unutturmasın

yapılanları ve yaptıranları, tanrı hanoi’nin, ohio’nun, dong ha’nın, omaha’nın

quang tri ve Alabama’nın uyumakta olan askerlerini korusun

Bir yandan dünyaya savaş açan göçmen Amerikalılar, bir yandan yerli yurttaşlarını bağrına basan baskıcı bir hoşgörü.

“Hearts and Minds 1975”, Robert Neff Harcourt kolleksiyonu