Üç memleket, üç kişi ve üç karışık kafa

Yollardayız ve dünyaya alıcı bir gözle bakmaktayız ya, bin bir türlü insan manzaraları çıkıyor karşımıza. Hem de her gün bir başka çeşidi ve dramatikliği ile. Bugün, içinde debelendiğimiz kültür mücadelesine ışık tutacak üç kişi ve üç memleket konusunda olacak yazımız. Bu kişiler ve onların kişiliklileri, hepinize çok tanıdık gelecek. Ama yine de “vay be” diyeceğinizden eminiz.
Konumuza, Meksika’nın acı mı acı, ama güzel mi güzel yemeklerinden bahsederek başlayalım. Florida’nın Gainseville şehrindeyiz. Gecenin ilerlemiş saatinde, on saattir yaptığımız araba yolculuğumuzu sonlandırıp, artık karanlıkta görme zorluğu çeken gözlerimize bir mola vermek için geceyi burada geçirmeye karar verdik.

Hemen yakındaki bir Meksika lokantasındayız. Garsonumuz, belli ki oradaki Florida Üniversitesinde öğrenim gören bir öğrenci kızımız. Latin sıcaklığı zaten Meksika yemeklerinden midemize taşarken, garson kızımıza nereden olduğunu sorduk. “Kübalıyım” deyince de heyecanlanıp sevindik. Ne de olsa elli senedir Küba devrimi ve devrimcileri konusunda konuşup durmaktayız ya. Kıza, “Fidel’in memleketi, ne güzel” deyince, o gülen Latin yüzü karardı ve yanındaki, sonradan Brezilyalı olduğunu öğrendiğimiz diğer garson kıza eğilip bir şeyler söyledi İspanyolca. Sadece “komünista” kelimesini anladığımız konuşmadan, Kübalı arkadaşımızın çok ta memnun olmadığını anlamış olduk. “Fidel küçük insanların yanındaydı, biz Türkiye’de kendisini pek te severiz” diye ekleyince de iyice yüzü asıldı. Biz de normalin iki katı olan yüzde 30 bahşişimizi verip ayrıldık.

MİLLİ KAHRAMAN HERKESİN

KAHRAMANI OLMUYOR VESSELAM!

Otel yolunda ise, Türkiye’de sürekli gündeme getirilen Küba’nın başkenti Havana’daki Atatürk heykeli ve Fidel ile Che’nin Atatürk hakkındaki olumlu görüşleri aklımıza geldi. Kendi Atatürk’ü olan Fidel için hiç te iyi düşünceleri olmayan bu garson kızımızın, dünyanın öte tarafındaki Atatürk hakkında hayranlık beslemesinin ne denli garip olacağını düşündük.
Aynı bağlamda, Türkiye’deki “solcu” geçinenlerin bazılarının Fidel ve Che’ye tapmaları ile, Atatürk’ü küçümsemeleri arasındaki garip benzerlik te düşüncelerimizin arasından kaydı geçti. Yani milletlerin ne denli kafa karışıklığına sahip olduklarını, böylece milyonuncu kez saptamış olmanın burukluğu ile gecenin içinde kaybolup gittik.

HÜKÜMET İÇİN Mİ, VATAN İÇİN Mİ ŞEHİT OLUNUR?

Ertesi günkü kafa karışıklığı hikayesi ise, üç kez ziyaret ettiğimiz, ama tarihi ve kültürü konusunda oldukça derin bilgiye sahip olduğumuzu sandığımız İran ile ilgili. Müzik kültürünü ve mistik Sufi geleneğini uzun yıllardır çalıştığımız İran ile, memleketimiz Türkiye arasında her fırsatta bir dostluk yaratma çabamız var. Bu çabanın bir parçası olarak ta, ABD’nin bir yerlerinde bir Türk-İran kültür ve müzik programı hazırladık ve İranlı dostlarımızla da uzun çalışmalar yaptık. Bu hazırlıkların bir parçası olarak, bir sanal fotoğraf sergisi oluşturduk. Türk ve İran mistik müzikleri ile eşlik etiğimiz bu fotoğraf sergisi için, uygun fotoğraflar seçmek gerekti elbette. Elimizde olan İran ziyareti fotoğraflarını da bu slide sunumuna katmak isteyince o küçük kıyamet koptu ve bu satırlara yansımış oldu. Bizim Meşhed ve Horasan ziyaretimizde çektiğimiz İmam Rıza külliyesi fotoğrafları arasında, İran-Irak savaşındaki şehitlerin de bir fotoğrafı vardı ve bunun da sunuma girmesinin ne denli normal olacağını düşünmüştük. Ne de olsa, bu genç insanlar İran için o genç yaşta yaşamlarını feda etmişlerdi. Yani tüm İran halkının geleceği için, Saddam Hüseyin’in hatalı saldırısından ülkelerini korumaya çalışırken şehit olmuşlardı. Programın hazırlanmasında yer alan İran’lı arkadaşlarımız, bu fotoğrafın halka sunacağımız fotoğraflar arasında olmasına itiraz ettiler ve bunun rejimi desteklemek anlamına geleceğini ve bölgedeki İranlı göçmenlerin tepkisini çekeceğini ifade ettiler. Ve şehit fotoğrafı sunumdan çıkarılmış oldu. Biz de PKK’ya karşı mücadelede Türkiye’mizin verdiği o şehitlere karşı, kendine “sol” diyen bazı çevrelerin benzer tutumunu karşılaştırarak doğrusu üzüldük. İnsanların kafasındaki, “memleket-vatan-anayurt-rejim-hükümet-devlet” konularındaki karışıklığı bir kez daha görüp şaşırdık.

HÜKÜMET KARŞITLIĞINA
KURBAN EDİLEN YUNUS!

Aynı konsere, çevredeki Türk toplumundan ise sadece 4 kişi katılmıştı. Biz bunun sebebini düşünürken, konser sonrası yanımıza gelen genç doktora öğrencisi Türk kızı, bize bunun ipucunu verdi tepkisini gösterirken. Kızımız, programı çok beğenmişti ama, Sufi kültürü İslam’ın bir parçası olduğu için, çevredeki Türklerin Türkiye’deki İslamcı hükümete olan karşıtlığı nedeniyle, bu tür bir konsere gelmeyi reddettiklerini açıkça ifade edip, bizim tahlilimize katkıda bulunmuş oldu. Yani, bin yıllık Türk mistik Sufi kültür ve sanatı, Türkiye’den on bin kilometre ötedeki Türkler tarafından, Türk hükümetinin İslamcı söylem ve uygulamalarına bir tepki olarak, kurban edilmiş oluyordu. Böylece, Yunus Emre, Mevlâna, Neyzen Tevfik ve Pir Sultan, zamanlarından yüzyıllar sonra, birilerinin bugünkü hükümete olan tepkisi için bedel ödemekteydiler. Bu anlamsız ve çok sakat şaş zamanlı tepki ve aymazlık bizi hiç şaşırtmadı. Çünkü ABD’nin hemen her yerindeki Türk topluluklarında, benzer kafa karışıklığına, hem de bu hükümetten çok öncelerinde bile, zaten rastlamaktaydık. Türk halk geleneği ile ilgili hemen her şey, biraz “geri kalmış ve gelişmemiş” görülmekteydi bu çevreler tarafından ve hemen hiçbir şekilde desteklenmemekteydi. O nedenle de ABD’deki 40 yılımızda yaptığımız tüm kültürel çalışmalarda, Türk toplumundan hiçbir destek görmememizin de açıklaması olacaktı bu. Özellikle de Sufi kültürü ve müziği söz konusu olduğunda, bu çevreler, Türk hükümeti ile Sufi Müslüman kültürünü ve müziğini eşitleyip, konuya hiç müdahil olmamayı ve ortalıkta hiç görünmemeyi tercih edeceklerdi son 20 yıldır.

COVİD BİLE GİTTİ, AMA

KAFA KARIŞIKLIĞI BİZE YADİGÂR!

Konser sonrası bize Sufi kültürünün gericiliğini ve İslamcılığını ispatlamaya çalışan genç doktora öğrencisi Türk kadınının, Meşhed’deyken çektiğimiz İranlı şehit fotolarını sergiye sokmak istemeyen İranlı entelektüeller ile nasıl aynı noktada buluştuğunu görünce hiç te hayret etmeyecektik. Kübalı garson kızın Fidel nefreti, İranlı dostlarımızın mevcut iktidar ile o rejim altında olan biten her şeyi eşitlemeleri, Türk akademisyenin Sufi müzik ve şiirini İslamcı bulup, böyle bir konsere gelmenin Türk hükümetine destek sayılacağını ifade etmesi, aynı “yüzeysel” düşünmenin ürünüydü. Hükümetler ve rejimler gelip geçmekteler, ama vatan ve memleket sonsuza kadar baki kalıyor. Bunu anlamamak, ne kadar hüzün verici bir hata aslında. Sonuç olarak, dünya üzerindeki bu “büyük kafa karışıklığı”, Covid’den bile daha yaygın ve çok daha derin etkilere sahip bir pandemi olarak, daha dünyanın başına ne haller getirecek, hep birlikte göreceğiz. Hem de o kadar fazla beklemeye gerek kalmadan.