Ülkenin bölünmesine ilk vuruş-(TAMAMI)

TBMM Başkanı Sn Cemil Çiçek, Pazartesi günü yaptığı açıklamada ,bugün Anayasa için “İlk vuruşun” yapılacağını söyledi.

AKP ile PKK arasında yapılan görüşmeler sonrasında “Demokratik Özerklik”, “Silahlı Savunma gücü”, “Abdullah Öcalan’a kademeli af”, “Kürt kimliği’nin tanınması” gibi konularda uzlaşıldığı artık herkesin bildiği bir husus.
Bu uzlaşmanın olduğu, Tayyip Erdoğan’ın “Dört parti olmazsa iki partiyle devam ederiz” söyleminden de anlaşılmaktadır. Bu açıklama AKP’nin daha doğrusu Tayyip Erdoğan’ın, tümden bir anayasa yapımı için BDP dışındaki partilerle herhangi bir uzlaşma aramayacağının dolaylı şekilde ilanı olmaktan başka bir şey değildir.

Defalarca yazdık söyledik, Tayyip Erdoğan’ın tek arzusu anayasal rejimi temelinden de sarsacak olmasına rağmen “Başkanlık Sistemi”ni kurmaktır. Buna karşılık terör örgütü ve BDP’nin de beklentisi/arzusu, bağımsız devlet kurmanın ilk adımı olan “Demokratik Özerklik” , “silahlı savunma gücü” ve “Abdullah Öcalan’a kademeli af”, “Kürt Kimliği’nin tanınması” dır.

Yani Başkanlığı ver, bunları al dendiği zaman AKP ve terör örgütünün Oslo’da vardıkları anlaşmalar, anayasal düzenleme haline gelir. Başbakanın dört parti olmazsa iki partiyle olur söylemi bunu açıkça ortaya koyduğu gibi, bir diğer AKP sözcüsü de “Anayasa’nın asıl meşru tartışma ortamının TBMM olduğunu söyledi. Bu söylem TBMM Başkanı’nın kurduğu “uzlaşma komisyonu” nun tam bir kandırmaca olduğunun ispatıdır.

Bu uzlaşma Komisyonu’nun toplantıları, daha çok Oslo’da varılan anlaşmaların resmen onaylanmasının sağlanmasına yönelik olacaktır. Yasal bir yetkisi olmayan bu kurula CHP ve MHP üye vererek sadece bu kurumun meşruiyetini sağlamışlardır.

Başbakan ve partisi, Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı yok iken, sanki böyle bir gereksinim varmış gibi bir hava yaratmıştır. Hem CHP ve hem de MHP bu oyuna gelerek, onlarda yepyeni bir anayasa demişlerdir. Tayyip Erdoğan, başarı ile yürüttüğü siyasi manevralarla CHP ve MHP’yi da oyuna ortak ederek, kendisinin ihtirası haline gelen Başkanlık sistemine geçmek için yasaların kendisine vermediği bir hakkı da kullanarak, toptan bir anayasa yapma konusunda yasal sınırları zorlamaktadır.

Zira bizim Anayasamız, anayasanın tümden değiştirilmesini öngörmemiştir. Bu nedenle böyle bir yetkisi olmayan TBMM anayasayı tümden değiştirmeğe kalkarsa bu çoğunluğun keyfi yönetimi olur. Bu keyfilik yapılacak anayasanın hukukiliğini ve meşruiyetini de tartışılır hale getirir.

Bir anayasal rejimin içeriğini değiştirmenin yasal bir hak olduğunu iddia edebilmek için o hakkın anayasa da açıkça belirtilmesi gerekir.

Dünyada da bunun örnekleri vardır. Franko rejiminin yıkılmasından sonra yapılan, en çağdaş anayasalardan sayılan 1979 tarihli İspanyol Anayasası’nın 168. Maddesine göre, Anayasa’nın tümünün değiştirilebilmesi için yasama organının her iki meclisinde de bu tümden değişikliğin üçte iki oyla kabul edilmesi gerekmektedir. Arkasından seçimlerin yenilenerek, yeni oluşacak parlamentoda da aynı çoğunlukla kabul edilmesi gerekmektedir. Bütün bunlardan sonra yapılacak referandumda da, tümden yeni bir anayasa değişikliğinin onaylanması gerekmektedir.

Anayasaları değiştirme hak ve yetkisi, anayasanın belli temel özelliklerini değiştirme yetkisini, diğer bir deyişle, ANAYASA’NIN KİMLİĞİNİ İMHA ETME hakkını vermez.

Macar anayasa siyasetinin önde gelen bir ismi ve Anayasa Mahkemesi’nin eski başkanı ve halen de Macaristan Cumhurbaşkanı olan Laszlo Solyom’a atfen “Kuşkusuz ki değişikliklere açık olan anayasa, anayasacılığın mümkün olan en yüksek seviyede gelişebilmesi için yeterli bir temel oluşturmaktadır. Bütünüyle yeni bir anayasa , mevcut olan anayasadan ancak daha kötü bir anayasa olabilir.” denmektedir.

1924 Anayasası’nın en büyük eksikliği, seçilmiş çoğunluğun gücünü kontrol edecek etkili bir yargısal denetim sisteminin olmamasıydı.Böyle bir anayasal yargısal denetim mekanizmasının olmaması Türkiye’nin ilk demokrasi tecrübesinin maalesef çökmesine neden olmuştur.

12 Eylül 2010 da yapılan Anayasa değişiklikleri sonucunda, çoğunluğun gücünü kontrol edecek bir bağımsız yargıdan da söz etmek mümkün değildir.

Bu yapılacak Anayasa değişiklikleri, belki de AKP’nin isteği doğrultusunda şekillenmiş bir anayasa mahkemesinin denetiminden geçeceği de düşünüldüğünde ülke süratle bir tek parti rejimine doğru sürüklenmektedir. 21. Yüzyılda böyle bir devlet yönetimi 1876 dan beri anayasa deneyimleri olan Türkiye’ye yakışmamaktadır.