Ulusal sinema ve dağıtım tekeli

Sinema sektöründe film yapımına ilişkin sorunlar denli, gösterim ve dağıtım olgusu da oldum olası büyük bir sorun olmuş, bu konu üzerinde zaman zaman önlemler alınması için kimi girişimlerde bulunulsa da ne yazık ki tümü sonuçsuz kalmıştır. Yani sinemamıza ilişkin bu temel sorunu çözmek için alınan tüm tedbirler, sorunu çözümü ulaytırmadığı gibi, sorundan daha büyük sorun olmuştur.
Türk sinemasında, ya da daha yaygın ve alışıldık tanımıyla Yeşilçam piyasasında, gösterim ve dağıtım olguları, gelişi-güzel, denetimden yoksun, ilkesiz ve de belirli ve bilinen çıkar gruplarının tekelinde yapılmıştır. Uzun süre hem gösterim hem de dağıtım işi, kombin ya da ayak sistemi denilen, yalnızca sinemamıza özgü bir yöntemle yapılmıştır. Yıllar yılı Türk sinemasının başa oynayan yapım şirketleri, kendi aralarında örgütlenip, güçsüz tüm yapımevlerini dışarda bırakarak, büyük kentlerin tüm merkezi sinemalarını aralarında paylaşıp, kendilerinden gayrısına yaşam şansı hiç vermemişlerdir. Ayak sistemi denilen bu durum, örneğin başta Beyoğlu’nun en önemli salonlar olmak üzere kendi aralarında paylaşırlar, kendileri dışındaki hiçbir şirketin filmlerine gösterim ve de dağıtım olanağı tanımazlardı. Yılmaz Güney’in filmleri bile 1970 yılına dek - birkaç örnek dışında- Beyoğlu’nun hiçbir sinemasında bu sistem gereği gösterim olanağı yakalayamamış, ancak Umut filminden sonra bu ayaklardan birine girme olanağını yakalayabilmişti.
Ayak ya da kombin denen bu tekelci durum, kendine özgü dağıtım sistemiyle bir bakıma Anadolu sinemalarına da hakimdi. Büyük şirketler çoğunlukla Anadolu işletmecilerinin katkılarıyla (ya da ortaklıklarıyla) tüm bölge işletmeciliğini de elinde bulunduruyor, ya da burada da söz sahibi olabiliyorlardı. İstanbul sinemalarında ayağa dahil her şirketin, Anadolu bölgelerinde de büyük bir etkisi ve gösterim payı bulunuyor, çoğu Anadolu işletmesi bu büyük şirketlerin bir acentası gibi çalışıyordu.
80’li yılların sonlarına doğru Türk sinemasındaki “ayak sistemi” Yabancı Sermaye Yasası’nın değişmesiyle birlikte ortadan kalktı. Bu kalkış, Türk sinema ortamında olumlu sonuçlar yerine, aksine, eskisinden daha ağır koşullar getiren bir duruma dönüştü. Başta Majör denilen dev Amerikan film şirketlerinin Türkiye’de şirket kurup, gösterim ve dağıtım ağına hakim olması, amiyane bir deyimle, Türk sinemasını tümüyle dışa bağımlı bir hale getirdi. Yani, Yabancı Sermaye Yasası’nın belirli maddelerine göre, ülkemizde bulunan yabancı şirketlerin izni olmadan hiçbir ulusal filmlerin kendi ülkesinde gösterime girmesi engellendi. Bir bakıma dünün, Yeşilçamlı büyük şirketlerinin ayak” sisteminin yerini, 80’li yılların sonundan itibaren Majör denilen dev Amerikan şirketleri almış oldu.
Günümüz Türk sinemasının en büyük sorunlarında biri, hiç kuşku yok ki gösterim ve dağıtım olgusundan yoksun olup, belirli tekellere bağımlı olmasında yatmaktadır. Gişe açısından tekellerin cazibe ortamına girmeyen hiçbir ulusal yapımın şansı yok denecek kadar azdır. Ya da çoğu ulusal filmin yazgısı, tekellerin iki dudağı arasındadır. Ülkemizde yapılan saygın festivallerde ödül kazanan filmlerimizin bile bu iki dudağın arasındaki olumsuzluğun kurbanı olup, ya seyircisiyle gereği gibi buluşamamakta, ya da kimi alternatif çözümler arayarak çok sınırlı ve de yetersiz seyirciyle yetinmek zorunda kalmaktadır.
Son günlerde bu konuyla ilgili radikal iki değişim oldu. İlki gösterim ve dağıtım alanında büyük bir paya sahip bir şirketin yabancılara satılması, diğeri ise bu geleneksel soruna, üniversite ve belediye salonlarını devreye sokarak çözüm arayan bir vakfın alternatif dağıtımı kurma çabaları. Gelecek hafta bu alternatifleri değerlendirmek dileğiyle...