Ulusal ve evrensel Marx

Kapitalizm öncesinde hiçbir sistem küresel hegemonya potansiyeli taşımıyordu, dolayısıyla hiçbir sistemin evrensellik iddiası yoktu. Kapitalizm, küresel hegemonya potansiyeli ve evrensellik iddiası olan ilk sosyo-ekonomik formasyondur. Bunun temel nedenleri, kapitalizmin, kendinden önceki emeğin varoluş biçimini, mülkiyetin varoluş biçimini ve emeğin ürününün hâkim sınıflar tarafından sömürüsünü değil, sömürüsünün varoluş biçimini değiştirmesidir (bütün insanlığa yaymasıdır) ki böylece kapitalizmin küresel hegemonya potansiyeli oluşmuştur.

Örneğin, Kapitalizmin temelini oluşturan üretim araçlarının özel mülkiyeti ve ücretli emeğin sömürüsü evrenseldir. Kapitalist formasyon içerisinde, dünyanın her yerinde, meta sömürüsü geçerlidir. Sermayeler arası rekabet, malî kararlar üzerindeki tekelci denetim, emek süreci üzerindeki sermaye denetimi gibi “sömürü tarzları” da evrenseldir. Ayrıca kapitalizmin karakteristik özellikleri olan üretim anarşisi, krizlerin sürekliliği, önlenemez işsizlik, yoksulluk, terör ve savaş da evrenseldir. Kapitalizmin yaşadığı bütün krizler ulusal boyutlarda kalmamış, uluslararası boyutlara yansımıştır. Bu değerlendirme krize önlemler açısından da geçerlidir. Emperyalizm ise kapitalizmin hegemonyasını bütün dünyaya uyguladığı aşamadır.

Ancak, örneğin, feodalizme adını vermiş olan fief (tımar) sistemi hiçbir zaman evrensel olamamıştır. Bırakalım evrensel olmasını; İngiltere’nin doğusunda ve güneyinde feodal toprak sahiplerinin mutlak mülkiyet biçimi söz konusuyken, Norman İngilteresi’nde fief sistemi uygulanıyordu. Asya feodalizmi ve Batı feodalizmi arasındaki yapısal farklar da oldukça fazladır.

Bu çıkarımın anlamı şudur: Evrensellik iddiası taşıyan her bir disiplin kapitalizmle birlikte kurumlaştı, fakat disiplinlerden her birinin evrensellik oranı kapitalizme göre sınırlıydı. Yani kapitalizmin evrensellik potansiyeli ile disiplinlerin evrensellik iddiası (potansiyeli değil) arasında ters orantı vardı. Kapitalizm kısa sürede küresel hegemonya kurarken, kapitalizmle birlikte var olan felsefe ve disiplinler için aynısını söylemek mümkün değildir.

Örneğin Felsefe Almanya sınırlarının, klasik iktisat İngiltere sınırlarının, materyalist tarihçilik Fransa sınırlarının ötesine uzun süre geçememiştir. Kapitalizm, ulusal sınırların ötesine geçmişken, kapitalizmin ortaya çıkışıyla birlikte kurumlaşan bu disiplinler ulusal sınırların içinde sıkışmış durumdaydı. Kapitalizmin hızla dünyayı saran hâkimiyeti bu disiplinleri ulusallıktan çıkaramamıştır.

Örneğin Fiche, Alman Ulusu’na Nutuk’ta “kendi bütünlüğünü kendi içinde taşıyan felsefe, özü itibariyle Alman’dır…” demiştir.

Hegel de benzer bir vurgu yapmıştır:

“Başka uluslarda bu disiplin durumu ve bu sözcüğün anlamı gösteriyor ki, bu uluslarda felsefe ismi hâlâ mutlaka korunmuş olsa bile anlamı değişti, geriye ancak bir ön duygu ve anı kalacak şekilde yozlaştı ve yok oldu. Bu bilim Almalara sığındı ve artık sadece orada yaşıyor.”

Heidegger de felsefenin sadece Alman ve Yunan dilinde yapılabileceğini ileri sürmüştür. (Taner Timur, Felsefe, Toplum Bilimleri ve Tarihçi, Yordam Kitap, İstanbul: Nisan 2014, s.129-60.) Bu üç örnekte de felsefe Alman ulusuna aittir, Almanya sınırlarının içindedir, ulusaldır.

Felsefe gibi klasik iktisat da, materyalist tarih kuramı da Kant’ın “aydınlanmış uluslar” dediği uluslara aitti. Kapitalizmle birlikte kurumlaşan bu disiplinleri, kapitalizme karşı yeniden üreten ve evrenselleştiren Marksizm’dir.

Lenin, Marksizm’in, “İnsanlığın 19. yüzyılda Alman felsefesi, İngiliz politik ekonomisi ve Fransız sosyalizminin şahsında yaratmış olduğu en iyi şeylerin meşru mirasçısı” olduğunu söylemiştir. (V. I. Lenin, “Marksizm’in Üç Kaynağı ve Üç Bileşeni”, Marksizmin Başyapıtları 19. Yüzyıl içinde, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, İstanbul: Haziran 2013, s. 15.) 19. yüzyılın ulusal sınırları içine hapsolmuş bu disiplinler, Marksizm’in getirdiği köktenci eleştiriyle, bilimsel sosyalizmin potasında özgün bir teori haline geldi. Bir başka ifadeyle, Alman felsefesinin diyalektiğini, İngiliz iktisadının emek-değer kuramını, Fransız tarihçiliğinin sınıf perspektifini Marksizm, bilim haline getirerek evrenselleştirdi.

Marksizm’i dünyayı anlama ve değiştirme yöntemi olarak 19. yüzyıldan içinde yaşadığımız yüzyıla taşıyan bu evrenselleşme olgusudur. Onu geleceğe taşıyacak olan da budur. Marksizm dünyalılaştığı için, günümüzde millî devletlerin kendilerini emperyalizme karşı savunma mevzisini de doğru bir düzleme yöneltebilmektedir.

Emperyalizmin, azamî sömürüsünün önünde engel olan ulus devletlere saldırısını yoğunlaştırması sonucunda, saldırıya karşı koyabilmek için üretilen ulusal siyasetler Marksizm’in kuramsal çerçevesi içindeydi ve içindedir. Kuşkusuz emperyalizme karşı verilen tepkiler ve yükselen öfke her zaman Marksizm’le bağlantılı değildir. Ancak bu tepkilerin nihaî amaca ulaşması, yalnızca Marx’ın öğretisi üzerinden mümkündür. Bugünkü toplumsal sistemin en küçük kalıntılarının bile temizlenmesi, “yeni bir dünya”nın kurulması nesnelliği ve iradesine bağlıdır. “Yeni bir dünya”nın kuruluşuna da işçi sınıfı dışında önderlik edecek bir toplumsal sınıf ve program yoktur.

İnsanlık “kapitalizmin sonu”na inanıyor. Bu inancı ayakta tutan Marx’ın kuramıdır. Ve Marx’ın yöntemi, insanlığa, kapitalizmin sonunu getirmek için gerekli olan mücadele araçlarını ve yöntemini öğretmeye devam ediyor. Bugün Marksizm dışında kapitalizmi her boyutuyla (özü, hareket yasaları, bir toplumsal formasyon olarak aldığı biçim vs.) çözümleyebilecek ve bu çözümlemeden bir devrim yöntemi geliştirebilecek bir kuram daha üretilemiyor.

Özetle Marx’ın yaşadığını bugün kavrayamayanların, Marksizmi gelecekte bir devrimci yöntem olarak kullanmaları da mümkün görünmüyor.