Ulusal ve sınıfsal ‘politik sentez’

Dünya’daki nesnel duruma bakıldığında, eski sisteme meydan okunduğunu ve yeninin doğmakta olduğunu görebiliyoruz.
Bu süreç dört ana başlıkta özetlenebilir.
- Tek kutupluluğa karşı çok kutuplu dünya ortaya çıkıyor.
- Dolar hegemonyasına karşı yerel para birimleriyle ticaret yükseliyor.
- “Batı müdahalesi” olmadan güvenlik sağlanabiliyor.
- Rusya’ya karşı yaptırım dayatmasına, dünyanın çoğunluğu katılmıyor.
Özetle, ABD yüzyılının sonu şöyle ilan ediliyor; artık senin dolar diktatörlüğünü, tek kutupluluk hegemonyanı, askeri müdahalelerini ve yaptırım dayatmalarını, tanımıyoruz!                                                                                            

Örneğin 1990’lı yıllarda Irak veya pandemiden önce Venezuela gibi ülkeler, tek tek emperyalizmin dayatmalarına meydan okuduğunda, peşine müdahale geliyordu. Fakat bugün durum farklı, artık onlarca devlet blok halinde meydan okumaya başlıyor ve dünya değişiyor.
Dünya’nın bu gerçekliği her ülkeyi etkilediği gibi, Almanya’yı ve buradaki sınıfları da etkisi altına alıyor.
Bu yeni dönem, Almanya’da yeni bir siyasetin ortaya çıkmasına neden oluyor ve ülkenin ileride nerede duracağını zorluyor.
Olgular ve şartlar Almanya’nın “ulusal ve sınıfsal değerlerini” temsil eden kuvvetleri, ortak platformlarda yan yana getiriyor.

PEKİ NEDİR ULUSAL VE SINIFSAL DEĞERLER?

Almanya’nın ABD dayatmalarına boyun eğmemesi, NATO üyeliğinden dolayı milli gelirin yüzde ikisinin silahlanmaya yatırılmaması, Rusya’ya karşı yaptırımların durdurulması, savaşın silah ve parayla desteklenmemesi, hükümetin Washington ve Brüksel’e göre değil, Berlin merkezli politika yapması gibi talepler, ulusal değerleri kapsıyor.

Sosyal devletin yeniden güçlenmesi, kamucu müdahalelerle ev kiralarının ve hayat pahalılığının önüne geçilmesi, eğitim sisteminin iyileştirilmesi, sermayeye karşı grevlerle ücret artışı ve dört günlük çalışmaya geçilmesi, içerde üretilebilenin dışardan alınmaması gibi hedefler ise, sınıfsal değerleri içermekte.
Gelinen aşamada ulusal ve sınıfsal kuvvetleri bir araya getiren en belirgin neden, karşısındaki saldırgan küresel gücü görmeleridir. Çünkü somut duruma göre sömürgeciliğe ve küreselciliğe karşı, ulusal devletin sınırları ve içerdeki sınıfsal gücün üretim ekonomisi korunmalı.
Ulusal ve sınıfsal realite, arkada kalan pandemi döneminde de kendisini göstermişti. Ulusal ekonomiye ve orta ölçekteki girişimciliğe kilit vurulduğunda, temel ihtiyaçların tedarik zincirini bir tek işçi sınıfının seferberliği ayakta tutabildi.

Ancak Almanya’daki küreselcilerin on yıllardır kamuoyunun bilinçaltına kazdıkları “ulusal ve sınıfsal” kavramlarından kurtulamayan kitleler de var.

ALMAN ULUSALCILIĞI ÖNDERLİK EDEBİLİR Mİ?

“Genel” algıya göre ABD 2. Dünya Savaşı’nın sonunda Almanya’yı “Nasyonal Sosyalizmden”, Batı demokrasisi ise 40 yıl gecikmeyle birlikte Almanya’yı bu defa “Sosyalizmden” kurtardı. Ulusalcılık bölünmeyi, sosyalizm diktatörlüğü, küreselcilik ise Berlin duvarını yıkarak “birleşmeyi” getirdi. Sovyetler Birliği’nin Nazi Almanya’sını yendiğini ise atlıyorlar. Bilinçaltına yerleştirilen bu ‘genel algı’ artık prim yapabilir mi? Hele Almanya’nın enerji kaynağını besleyecek olan Kuzey Akım boru hatlarına yönelik sabotajdan sonra, çok zor gözüküyor. Çünkü sabotajı planlayan gücün hedef ülkelerden birinin Almanya olduğu, apaçık ortada.

Bu dönüm noktasından sonra ulusal ve sınıfsal değerleri temsil eden güçlerin protesto ve barış gösterileri, gündemin dikkatini çekiyor. En son örneği Berlin’de “Barış için ayağa kalk” mitinginde yaşanmıştı ve peşine 1 milyona doğru ilerleyen imza kampanyasıyla devam ederek, hâla gündemde. Peki, bu güçler protestonun ötesinde ortak bir program etrafında örgütlenerek, öncü rol oynayabilirler mi? Alman ulusalcılığı ‘ABD karşıtlığıyla’ ve Alman bilimsel sosyalist hareketi anti emperyalist duruşuyla, sürece önderlik edebilir mi?

Her dönemin zorlukları ve sorunları, doğru analiz ve çözüm üretecek önderliği doğurur.                                             

Linke Partisi’nin bilimsel sosyalist kanadından olan Sayın Sahra Wagenknecht, dönem dönem yeni politik dalganın bayrağını taşıyan öncüsü şeklinde lanse ediliyor. Wagenknecht, binlere seslendiği her yerde sadece Sol Parti tabanı değil, DKP’den taa AFD tabanına varan geniş yelpaze toplanıyor. Sosyal medyada da her kesimden yarım milyonu aşan, takipçisi var. Politik bilimcilere göre sayın Wagenknecht’in başarısı “kompleks sorulara halkın kolayca anlayabileceği cevap verme yeteneğinde” yatıyor.
Diğer yandan bilimsel olmayan ve 19. yüzyılın koşullarında tıkanıp kalan ‘sol’, bu yeni politik dalgayı küreselciler gibi eleştiriyor. Çünkü dünyadaki baş çelişmenin hala ‘emek - sermaye’ karşıtlığı olduğuna ‘inanıyor’. Emek ve sermaye tabiki uzlaşamaz, ama sermaye yerli burjuvazinin denetiminden çıktı ve emperyalist tekellerin elinde ve günümüzün baş çelişmesi emperyalizm çağındaki tek ve çok ktupluluk arasındadır. Sömürü sistemine karşı büyük ittifaklar zorunluluk haline geliyor. Yeni devrimler de bu eksende cereyan edecektir.

ALMANYA’DA YENİ BİR SİYASİ HAREKET DOĞACAĞI UFUKTA GÖZÜKÜYOR

Almanya’nın siyaset arenasından bakacak olursak, dünyadaki durumu doğru tahlil eden yeni bir siyasi hareketin / partinin doğacağı, ufukta gözüküyor. Kamuoyu yoklamalarında Alman halkının %25’i olası yeni bir siyasi oluşuma destek eğiliminde. ‘Mevcut partilerin hiç biri bizim taleperimizi temsil etmiyor’ görüşü öne çıkıyor.
Çünkü sistem partilerinin tümü küreselcilerin işgali altında ve bunlara direnecek yetenek ve birikime sahip değiller. Linke Partisi’nin büyük kanadı ‘sosyal demokrat’ çizgiye kaydığı için, bölünme tehlikesiyle karşı karşıya. Çünkü ABD dayatmaları, yaptırımlar ve Rusya-Ukrayna konusunda ‘sistem içi’ siyasetiyle tıkanmaktadır; geniş emekçi kitlelerine ulaşamıyor ve desteğini yitirmeye başlıyor.
Ancak partinin bilimsel sosyalist küçük kanadından olan Sahra Wagenknecht, sınıfsal değerler kadar ulusal değerleride dikkate alıyor ve geniş kamuoyunun takdirini kazanıyor. Dış politikada ise objektif bakış açısıyla örneğin “Rusya, Ukrayna’nın ABD üssüne dönüşmemesi savaşını vermektedir” değerlendirmesi, dikkat çekici. Uluslararası bir toplantıda “İngilizce bildiğim halde konuşmamı Almanca yapacağım” açıklamasına bile, tahammül edemeyen ve Almanca konuşmayı ‘milliyetçilik’ gibi gösteren ve milliyetçiliği suç sayan sahte ‘solcular’ da var. Devamla ulusal değerlerin tamamını on yıllardır red edip, gericiliğin kucağına iten ve ayakları toprağa basmayan ‘sol fraksiyonlar’ biz niye halktan destek alamıyoruz diye yakınıyorlar. Benzer tartışma yıllar önce Avusturya solu içerisinde de, bizzat katıldığım ortamda yaşanmıştı. Maalesef ‘ulusal değerler’den söz edenleri hemen damgalıyor ve ‘3. Dünya Sosyalistleri’ diye ilan ediyorlardı. Nihayet bu karakterdeki ‘sol’ anlayışın, iktidar hedefi diye bir derdi ve gündemi yoktu. Neyse, bilimi esas alan sol örneğin KPÖ ilerledi, sloganlarla ‘devrimcilik’ yaptığını zannedenler ise, yerinde saydı.                                                                                                                                                                           Almanya’ya dönecek olursak, sağda yolunu İmparatorluk Vatandaşlarından (Reichsbürger) ayıran ve Neo-Nazilerin karşısında duran, bir Alman ulusalcılığı yükselebilir mi? Alman Ulusalcılığı kendi içerisindeki ‘yabancı’ düşmanlarıyla da kararlı bir şekilde mücadele edebilirse, “ABD karşıtlığı” odak noktası haline gelir. Yani küçük yabancının yanında, ancak büyük yabancının karşısında konumlanabilir. Böylesi bir gelişmeden sonra ‘yabancı’ denilen ancak 1960’lardan bu yana, nesilden nesile ülkenin kalkınmasına katkısı olan ve uyum içerisinde yaşayan milyonlarca göçmen kökenli vatandaşlarında, desteğini kazanabilir. Bu destek aynı zamanda sınıfsal değerlere de güç katar, çünkü göçmenlerin ezici çoğunluğu işçi sınıfının içerisinden geliyor.

Siyasal bilimciler “ulusal ve sınıfsal” değerleri bir biriyle buluşturan ‘politik sentezin’ adını da koymaya başladılar; “Muhafazakar / Ulusal Sol” kavramı ileride Almanya’nın yeni siyasetinde duyulmaya başlayacak.