Ulusalcılık, neyin nesidir?

“Ulusalcılık, küreselciliğin ortaya çıkışıyla birlikte, buna karşı direniş çizgisi olarak doğmuştur. Daha önceleri kullanıldığına rastlansa da bu sözcük, 1990’lı yıllardan başlayarak ideolojik-siyasal bir duruşun adı haline gelmiştir. 
‘Ulusalcılık diye bir şey var mıdır, yok mudur?’ sorusundan ‘Milliyetçilik midir, değil midir?’ sorusuna dek uzanan tartışmalar, ulusalcılığın yeni bir dünya görüşü ve yeni bir siyasal duruş olduğunu neredeyse kendiliğinden gösterir.
Ama daha bu tartışmalar hızını almadan, ulusalcılık düşüncesi kendisini, 1990’lı yıllarda önce OECD eliyle başlatılan MAI-Çok Taraflı Yatırım Anlaşmaları ve hemen ardından Dünya Ticaret Örgütü içinde mal, hizmet, fikri mülkiyet, devlet ihaleleri için hiper serbestiyet sağlamaya girişen küresel ticaret anlaşmalarına ilişkin tepkisiyle ortaya koymuştu. 
Bu anlaşmalar özelleştirmeleri kutsuyordu. 
Dünya genelinde kamusal karar mercii olan ulusal parlamentoların içini boşaltıyor, kamusal yargının yerine ticari tahkim panellerini getiriyordu.
Halkın yönetimi belirleme ve kendini yönetme hakkını elinden alıp ‘transnasyonel’ yani ‘ulus ötesi’ adı verilen bir avuç şirketin ellerine bırakıyordu. Hem kamu hizmetlerini piyasa işi haline getiriyor, hem de en temel hizmetlerde halkın karar ve denetleme gücünü ortadan kaldırıyordu.
Dünya genelinde tepkiyle karşılanan bu saldırıya bir kesim, ‘küresel direniş’ ile karşı koymayı önermişti. 
Onlara göre küreselleşme, küre-selcilerin dedikleri gibi kaçınılmaz bir şeydi. Bundan böyle hem çevreci hem sınıfsal mücadele, kaçınılmaz olarak ancak ‘küresel mekan’da verilebilirdi. Küresel direnişçiler, küreselciler nerede toplantı yapıyorsa oraya gitmeye başladılar. Doha’ya, Seattle’a... 
Küreselleşmenin zararlarına karşı durulması gerektiğini söyleyen bir kesim daha ortaya çıktı. Onlar da küreselleşmenin kaçınılmaz olduğunu söylüyor, buna karşı direnişin ancak, küreselcinin mevcudiyetini gösterdiği ‘yereller’de mümkün olabileceğini ilan ediyorlardı.
Küresel-yerel direnişçiler kısa zamanda anlaştılar; dünyanın şu ya da bu şehrine direnmeye gidemeyenler, yaşadıkları yeri kutsayıp küreselcinin oraya gelmesini beklemeye koyuldular. Ama her ikisi de bir gerçek olarak kabul ettikleri küreselleşmenin ulusal mekanları yerle bir edişini doğal ve yararlı görüp yıkıma açık bırakarak küreselcilerin yollarını temizlediler.
Ulusalcılık bu iki ‘direniş formülü’nü de sahte buldu. Küreselciliğin emperyalizm olduğunu ve ancak ulusal mekanda direnişle püskürtülebileceğini ilan etmekte gecikmedi. 
Bu, büyük bir ilandı; nitekim ulusalcılık yalnızca küreselcilerin değil, reformcu küresel direnişçilerle çaresiz yerel direniş yanlılarının da hedef tahtası oldu.
2000’li yılların ilk on yılı biterken ortada ne küresel ne de yerel direnişçiler kaldı.
Direniş özlemlerini mekanını yitirmiş çevreciliğe, cinsiyetçiliğe, etnikçiliğe, din-mezhep temelli yaşam tercihi özgürlükçülüğüne gömdüler.
Küreselci kuvvetlerin karşısında yalnızca ulusalcılık kaldı.
Ulusalcılık; 21. yüzyılın direniş ideolojisi unvanını entelektüel tartışmalardan değil; yaşamın kendi ellerinden böyle almıştır.
Kendi gerçekliğini ‘yerel’, Batı gerçekliğini ‘evrensel’ saymaya alışmış entelektüeller, ‘Batı’da var mı böyle bir şey?’ sorusunun çevresinde dolanarak anlam üretmeye çalışırken, Türkiye’de ulusalcılık 2007 Cumhuriyet Mitingleri’yle alanlarda vücut bulmuş ve hemen ardından Silivri Cezaevi’nin içindeki sözde mahkeme salonlarında yargılanırken yüksek tempolu bir tarih yazmıştır. 
Bütün bu süre içinde küreselci neo-liberaller, din-mezhep gericilikleri, etnik bölücüler bloğu, ulusalcılığı mahkum etmedeki yetersizliklerini küfürbazlıklarıyla kanıtlamışlardır. 
Entelektüel sığlık, ulusalcılık düşmanlarının bir numaralı özelliğidir!” 
***
Bu sözler, CHP’nin geçen dönemki milletvekillerinden Birgül Ayman Güler’e ait...

Güler, Ulusalcılık ve Karşıtları isimli son kitabında küreselciliği, ulusalcılığı, etnik bölücülüğü, (Y)CHP’nin etnik bölücülüğe yaklaşımını anlatıyor.
İdeolojik olarak kafanızdaki birtakım kavramları netleştirmek istiyorsanız, bu kitabı okumanızı kesinlikle öneririm.

AKP’nin yarattığı zenginler!
Onur Zafer Ceylan genç bir gazeteci... Uzmanlık alanı ekonomi...
Ama o, “reklam kokan şirket haberleri” yapmaktansa, ekonominin gerçek yüzünü sergilemeyi amaç edinen gerçek ekonomi gazetecilerinden biri...
Kafasını 2002 yılında iktidara gelen AKP’nin yarattığı “zenginler”e takmış... Bu ilk kitabında Recep Tayyip Erdoğan’ın en yakınındaki 10 işadamının akıl almaz yükselişini anlatıyor!
İşte; kitabın kahramanı o 10 işadamı:
Bir: Çalık Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Çalık...
İki: Kalyon Holding Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Cemal Kalyoncu...
Üç: BİM A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Latif Topbaş...
Dört: Cengiz Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Cengiz...
Beş: Rixos Otelleri Yönetim Kurulu Başkanı Fettah Tamince...
Altı: Torunlar Holding Yönetim Kurulu Başkanı Aziz Torun...
Yedi: TürkMedya A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Ethem Sancak...
Sekiz: IC Holding Yönetim kurulu Başkanı İbrahim Çeçen...
Dokuz: Limak Holding Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Özdemir...
On: Ciner Holding Yönetim Kurulu Başkanı Turgay Ciner...
***
Gördüğünüz gibi bu kitapta Rıza Sarraf, Ali Ağaoğlu ve daha yüzlerce AKP yandaşı işadamı, müteahhit yer almıyor...
Onur kardeşimin en kısa zamanda bu eksikliği tamamlayacak yeni kitaplara imza atmasını bekliyorum.