Ümmet ve millet

Ortadoğu’daki bilinen terör örgütlerinin verdiği sayısız zararlardan biri de, daha önce sözünü ettiğimiz gibi tarihi eserler üzerinde olmuştu. Yüzyıllardır onca hoşgörüsüzlüğe, ilgisizliğe ve de yağmalamalara karşı, günümüze dek gelebilme şansını yakalayan bu coğrafyadaki tarihi eserler, ne yazık ki başta DEAŞ olmak üzere kimi terör örgütlerinin kıyımından/tahribinden ve de gaddarlığından kurtulma şansını yakalayamadılar. Bir çoğu, bir da onarılıp eski haline gelme olanağını yitirdiler. Dahası Haçlı seferlerinde bile bu denli barbarlık görmeyip, hepsi birer tarih iken, bu kez bir başka tarihin, henüz yazılmamış, ama yazılması kaçınılmaz olan bir tarihin kurbanı olup gittiler.
Klasik ve de bildik bir deyişle; her biri, yalnız bulundukları coğrafyanın ya da dönemin değerleri değil, onun da ötesinde nice gelecek dönemlerin de birer mirasıydılar. Onun içindir ki, bu mirası yalnızca barbarca yok edenler değil, koruyamayanlar da suçlu sayılmalıdırlar…

Geçenlerde kimi basın organlarında “Medeniyet Bekçisi Türkiye” ve “Afrin’de Tarihe Vefa” başlıklarıyla yansıyan, terör örgütleri tarafından tahrip edilen kimi tarihi eserlerin Türkiye’nin katkısıyla tekrar onarılarak ayağa kaldırılma çalışmalarının başladığı haberler yer aldı. Onarılan eserler arasında, Afrin’deki Nebi Huri Türbesi ile camii, PYD’nin roketle vurduğu Ömer Bin Hattab Camii ve Bab’daki Ulu Camii de bulunmaktadır.
Türkiye’nin bu coğrafyadaki tümü türbe ve camii de olsa, sonuçta tarihi eserlere gösterdiği ilgi elbette ki olumlu bir çabadır. Dileriz ki bu konuda yalnız kalmaz, diğer ülkeler de aynı duyarlılıkla, en azından tahrip edilen kimi tarihi eserlerin tekrar yaşama dönmelerini sağlarlar.

Ama ne var ki bu konudaki dilekler ve temenniler pek gerçekçi olmuyor. Yalnızca sözde kalıyor. Ya da tarihi eserlerin tekrar tarihe kazandırılmasının ötesinde kimi anlamları yüklenme-iletme işlevini içeriyorlar. Hadi açıkça itiraf edelim; ümmete hizmet edilirken milletinkiler görülmüyorlar…

Şimdi bir düşünelim; Türkiye’de kendi yazgılarına terkedilip de yıllar yılı onarılmayı bekleyen kaç tarihi eserimiz var dersiniz? Hadi Yunan, Roma, Selçuk eserlerini bir yana bırakıp yalnızca Osmanlı eserlerini söz konusu yaparsak, bunların bile sayılmayacak denli çok sayıda ve önemde olduğunu rahatlıkla görebiliriz.

Örneğin mezarlıklar… Karacaahmet’ten Eyüp’e dek yüzlerce –belki de binlerce- tarihi mezar taşı buhar olup uçup gittiler. Sözüm ona mezar taşı müzesi olarak düzenlenen Ayrılıkçeşmesi’nda bugün acaba yerinde kaç taş duruyor dersiniz? Bunlara bir de türbelerden, kasırlardan ve de kimi camilerden dönem dönem çalınan çinileri, ve de bu coğrafyadaki ilk ve tek art nouveau tarzındaki Raimond D’Aranco Usta’nın elinden çıkma, ama sonra birden bire ortadan yok olan, Karaköy’deki Karamustafapaşa Mescidi’ni de ekleyebilirsiniz. Bunlar yalnızca ilk akla gelenler… Bir de ilgisiz ve bakımsız olanlar var ki, onlar saymakla da bitip tükenmez.

Elbette ki ülkemizin Ortadoğu’daki barbarların tahrip ettikleri tarihi eserleri –tümü dini yapı da olsa- tekrar yaşama döndürme çabaları olumlu ve takdiri şayan bir davranıştır. Ama ümmetinkileri ayağa kaldırırken milletinkileri de unutmamak, onları da mahzun, ilgisiz ve de sahipsiz bırakmamak gerekir.
Ne diyelim darısı bizim tarihi eserlerimizin başına…