Üniter devlet ve kamu görevlileri

2017 yılında Türk vatandaşlarının 3.341.049’u kamu hizmetlerinde çalışıyor. Toplam nüfusun yüzde 4’ü, toplam seçmenin yüzde 6’sı büyüklüğünde önemli bir kütle. Ama başka ülkelerdeki oranlarla kıyaslandığında büyük bir oran değil. “Devletin küçültülmesi gerekir” çığlıklarının atıldığı özelleştirme ve piyasalaştırma zamanlarında da büyük bir oran değildi.
*
Toplam 3,3 milyon kamu görevlisinin yüzde 37,3’ükadın. Memurların yüzde 40,6’sı kadınlar. En yüksek oran üniversitelerde; öğretim üyelerinin yüzde 42,6’sı kadın. Bu oran yargıç ve savcılar arasında ise yüzde 25,8.
Gerçekten, eğer kamu kesimi olmasa, kadının çalışma yaşamındaki yeri utanç verecek ölçülerde düşük kalırdı.
*
Toplam 3,3 milyonun yüzde 75’i (2.481.389 kişi) memur statüsünde çalışıyor. Diğerleri sözleşmeli, geçici personel ve işçi. Memurların 35,8’i milli eğitim, yüzde 16,6’sı sağlık hizmetlerinde görev yapıyor. Bunun toplamını alırsanız, kamuda çalışanların yüzde 52,4’ünün, yani yarısından çoğunun eğitim alanının öğretmenleri, sağlık alanının doktor ve hemşireleri olduğu görülüyor. Demek ki, memurların yaşam koşullarını iyileştirmek, gelirlerini artırmak, toplumdaki statülerini güçlendirip yükseltmek demek, gerçekte halkın aldığı eğitim ve sağlık hizmetlerinde iyileşme yaratmak anlamına geliyor. Yap-işlet-devretçi hastaneciliği, öğrencilere tablet dağıtmayı yeter sanmak büyük hata.
*
Reform meraklılarının, piyasacı mantıkla yanlış yerlere bakmaktan vazgeçmeleri, dikkatlerini bu hizmetlerin pınarı olan “insanlar”a yoğunlaştırmaları şart.
*
​ Toplam 3,3 milyon kamu görevlisinin yüzde 6’sı (214.374) belediye ve il özel idarelerinden oluşan yerel yönetimlerde çalışırken, KİT’lerden geriye pek bir şey kalmadığı bu rakamlardan da ortaya çıkıyor. Bir zamanlar kamu çalışanlarının büyük bir bölümünü kaplayan KİT’lerde çalışanlar şimdi yalnızca 140.195 kişi, toplam kamu görevlilerinin yalnızca yüzde 4’ü kadar.
Şu demek:
​ Kamu görevlilerinin yüzde 85’i merkezi idare bünyesinde (bakanlıklarda ve bunların bağlı, ilgili kuruluşlarında) hizmet veriyor.
Bu orana bakan neoliberaller ve bölgesel - yerel özerklik talepkârları, uzun yıllar boyunca, “Gördünüz mü işte, ne kadar aşırı merkeziyetçi bir yapı! Herkes Ankara’ya yığılmış! Ademi merkeziyetçilik şart!” yorumları yaptılar.
Oysa, devletin yüzde 85’ini oluşturan bu merkezi idare personelinden yalnızca yüzde 10’luk kesim Ankara’da idi; şimdi de o kadarı Ankara’da. Bunun yüzde 90’ı “taşra” denen il ve ilçelerde; okullardaki öğretmenler, hastanelerdeki doktorlar, camilerdeki imamlar, karakoldaki polisler...
*
Üniter devlet, yalnızca tarihsel-genetik zihnimizle değil, aynı zamanda bugünkü yaşamımızın doğrudan kendisiyle ilgili vazgeçilmez doğrularımızdan biridir.
*
Sözleriyle eyaletçilik hedefi güttüklerini reddeden, ama bir yandan da ademi merkeziyetçilik reformlarından dem vuranlara dikkat etmeli. Böyle girişimler, merkezi idare üzerinde, kurumsal bağlantılar ve personel statüleri üzerinde oynamaya kalkışmak demektir. Yani kadınların çalışma hakkı, çalışanların memurluk güvenceleri, vatandaşların tarafsız, eşit, yeterli hizmet alma hakkı gibi en temel ilkelerde sarsıntılar...
Halkçı, sosyal devlet ancak üniter devletle mümkün. Aynı, laikliğin ulusal/milli devletle mümkün olması gibi...