Üniversitelerin acınacak durumu

Bazı üniversite rektörleri referanduma, “ben de büyük güçlü bir Türkiye için evet diyorum” videolarıyla katıldılar. Rektörlerin, üniversitelerde yapılan seçimlerde en düşük oyu alsalar bile, Cumhurbaşkanı tarafından yapılan tercihle bu görevlere atandıklarını biliyoruz. Öncelikle belirteyim, Üniversitelerin kendi yöneticilerini kendilerinin belirlemesi ve buna dışarıdan müdahalenin olmaması gerekir. Üniversitelerin gerçek anlamda bilimsel çalışan ve bilim üreten kurumlar olabilmeleri için, devlet tarafından yapılan finansman konusu dışında, tamamen özerk çalışabilmeleri kaçınılmazdır.

Kenan Evren faşizan darbesiyle kurulan YÖK’ün (Yükseköğretim Kurumu) temel amacı ise, özerkliğin tam aksine, sol görüşün etkin olduğu söylenen bu bilim kurumlarını denetim altına alarak, dinci ve milliyetçi bir çizgide yeniden yapılandırmaktı. Bu yöndeki düzenlemelere gidilirken de, Üniversitelerin temel dayanağı olması gereken bilimsellikten hızla uzaklaşıldı. Özerk yönetim yerine, Cumhurbaşkanı tarafından rektörlerin tayini sistemi getirildi. Kurumlarında büyük yetkilere sahip olan rektörler, kendilerini tayin eden Cumhurbaşkanının izlediği siyasi çizgiyi de, üniversitelerinde tamamen uygular duruma geldiler. Asistan alımlarında, üniversite içi kariyer sınavlarında, özellikle de derslerin içeriğinde bu siyasi eğilimin göz önünde tutulduğu biliniyor.

Üniversitelerde tek ölçünün ve çizginin, her alanda bilime ve bilimselliğe dayalı olunması gerekirken, bir çok rektör ve profesörün müritler gibi davrandığını, bir dizine örneğiyle Yılmaz Özdil bir şubat tarihli yazısında kanıtlamaktadır.

TÜRKİYE’NİN YOĞUN SORUNLARI KARŞISINDA SESİ ÇIKMAYAN PROFESÖRLER

YÖK yasası öncesi üniversite hocaları Türkiye’nin sorunlarına güncel ve bilimsel yayınlarıyla sürekli ışık tutar, siyasilere yol gösterici olurlardı. Almanya’da bulunduğum üniversite yıllarımda, bu yazı ve yayınları büyük bir ilgiyle okur ve bunlardan bilimsel çalışmalarımda çok büyük ölçüde yararlanırdım.

Günümüz Türkiye’sinde sorunlar yumağıyla boğuşan Türkiye’nin, siyasi, dış politika, terör, eğitim, gelir dağılımı ve vergi adaletsizliği, tarım, turizm, çevre, enerji ve ekonomik sorunlarına ilişkin olarak yüzü aşkın üniversitenin binlerce öğretim üyesinden kaçının sesini duyuyoruz? Duyamıyorsak neden acaba?

Türkiye’nin haftalardır gündemindeki ana konu başkanlık sistemidir. Televizyonlarda görüşleri sürekli sorulan bir kaç profesör ve gazeteci dışında nedense kimse gözükmüyor. Özellikle üniversitelerde siyasal bilgiler dersi verenlerin bu konuda görüşleri neden sorulmuyor? Soruluyor da onlar mıgörüşlerini açıklamadan kaçınıyorlar. Doğrusu ben bunu çok merak ediyorum.

Ancak gerçek o ki, bu konuda uzman hocaların görüşlerinin sorulmayışı, ya da sorulduğu halde bu kişilerin çekindikleri için kamuoyu önünde görüşlerini açıklamamaları, son derece düşündürücü ve Türkiye bakımından acı bir gerçektir.

ERDOĞAN’A ÖZGÜ BAŞKANLIK SİSTEMİ VE ABD ÖRNEĞİ

ABD Başkanı Donald Trump, terörle bağlantılı olduğu iddia edilen İran, Irak, Suriye, Yemen, Sudan, Somali ve Libya’dan gelenlerin, ülkeye alınmamasına ilişkin bir kararname imzaladı. Bu kararname ABD’nin bir çok kentinde ve Dünya’da çok büyük tepkilere yol açtı.

Öte yandan New York Federal Mahkemesi Hakimi Ann Donnelly, sınır dışı kararının “onarılmaz bir zarara” neden olabileceği gerekçesiyle, ABD’ye girişlerine sınırlama getirilen ülkelerin vatandaşlarının geçici olarak ABD’de kalması yönünde karar aldı. Böylece Başkanı Donald Trump’ın imzaladığı kararname kısmen askıya alındı.

Bu somut örnekte de görüldüğü gibi, ABD’de başkan’ın kararlarını kontrol eden bağımsız bir yargı sistemi vardır. Ayrıca başkandan tamamen bağımsız karar alabilme yetkisi olan Senato ve Parlamento’dan oluşan Kongre var. Gerek Senato ve gerekse Parlamento üyeleri, seçmen oylarıyla doğrudan seçilebildikleri için, başkan olan kişinin parti mensubu olsalar da, tamamen bağımsız oy kullanabilmektedirler. Bunun geçmişte bir çok örneği görülmüştür.

Oysa Türkiye’de referanduma sunulacak olan anayasa değişikliğinde, artık anayasa mahkemesi üyelerini de Başkan (Cumhurbaşkanı) seçeceğinden, ayrıca milletvekili adaylarını da kendisi belirleyebileceğinden, ne yüksek yargının ve ne de milletvekillerinin, başkanın kararlarına aykırı davranmaları artık olası değildir. Ayrıca Milletvekillerinin yeni sistemde, başkanı denetleme, bütçeyi hazırlama veya kontrol etme yetkileri de bulunmamaktadır.

Hiç bir denetlenme ve kontrol edilebilme mekanizması bulunmayan, “Başkan”lık sisteminin benzeri hiç bir demokratik ülkede bulunmamaktadır. İşte bu nedenle bu referanduma hayır, yüz-bin-kre hayır dememiz gerekir!