Unutulan Türk Milleti - (TAMAMI)

NABIZ

UNUTULAN TÜRK MİLLETİ

Gariptir. Ne sayın Tayyip Erdoğan ne sayın Kılıçdaroğlu aylar süren seçim propagandaları süresince,”Türk Milleti” sözünü kullandılar. Sanki böyle bir kavramı unuttular.
Kürt vatandaşlarımız, bu toprağın suyu içen ekmeğini yiyen vatandaşının kimliğini söylemekten kaçınan bir siyasete bendeniz, 61 yılık adını Demokrasi olarak koyduğumuz ihtilaller ve darbeler dönemi denilen askeri rejimler de dahil ilk kez rastlıyorum.
Oysa daha 1907 yılında Mustafa Kemalin aklında “Türk milleti ve Türk çoğunluğuna dayanan Devlet fikri” vardı. O tarihte, kendisi genç bir zabit olan Ali Fuat Cebesoy’la Selanik’te Karafeiye’de oturmuşlar, Osmanlıyı parçalanmaktan kurtarmanın yolunu tartışıyorlardı. Mustafa Kemal sorular yöneltiyor, Cebesoy yanıtlamaya çalışırken, Mustafa Kemal henüz emrinde orduları bile olmayan bir genç subaydı. Bakın düşüncelerini nasıl açıklamıştı:
“Meşrutiyet yeterli çare olamaz. Cemiyet- İttihat ve Terakki Cemiyetini kast ediyor-bir siyasi parti halini alarak hükümete geçmelidir. Meşrutiyet Türk çoğunluğun yaşadığı kısım üzerine oturtulmalı. Büyük devletler İmparatorluğu tasfiye etmeden önce ihtilal idaresi bir Türk Devleti kurmalıdır.”( Şevket S. Aydemir- Tek adam s-114-117)
1908 Meşrutiyeti henüz ilan edilmemiş, ama O pek uzak olmayan çöküşün gerisi için kendisine durumdan görev çıkarıyordu.
O günlerde bir ihanet sayılacak bu görüşler, sonradan gene Atatürk tarafından savaş sonu çizilen yolharitası Misak- Milli(Ulusal Ant)olarak uygulanacaktı. O gün hayal olan, o günlerde ihanet sayılabilecek o düşünceleri söylerken gene o biliyordu ve düşünüyordu ki:
“İleri sürülen bu gerçeği görmek istemeyenler; Osmanlıdan toprak fedakarlığı yapılmasını hoş karşılayamayacaklar; hatta bizi ihanetle itham edecekler olacaktır. Biz buna rağmen görüşlerimizin meşrutiyet sonrası bir program haline getirilmesini sağlamak ve
gerek Merkez-i umumi’de gerekse arkadaşlar arasında müdafaa etmeliyiz”
23 Temmuz 1908 de İttihatçılar zorla Meşrutiyeti Osmanlı padişahına ilan ettirdiler. Sonra da bu olayı Hürriyetin ilanı olarak nitelendirler!
Mustafa Kemal haklı çıkmıştı. 14 Mayıs 1919 da İzmir işgal edildi. Mustafa Kemal, beş gün sonra 19 Mayıs’ta Anadolu seferine başladı ve Ankara’da kurulan Meclisin( 23 Nisan 1920) Başkanı olarak ulusal şavaşı yönetiyordu. 30 Ağustos 1922 büyük zafer arkasından Cumhuriyetin ilanı ve Onun Selanik’te Karaferiyede söyledikleri bir gerçekleşiyor ve Misak-ı Milli, Lozan’da İsmet Paşa tarafından pekiştirilen zaferle dünyaya kabul ettiriliyor ve şimdi üzerinde yaşadığımız topraklar ayni. Ne - Hatay dışında- bir karış toprak çoğaldı, ne eklendi.
Gazi bu topraklarda yaşayan ve “Ne mutlu Türküm” diyen herkes Türk Milletinin bireylerdir. Kürtler de, Lazlar da, Arnavutlar da diyordu.
Peki o halde neden korkuyorlar?
Niçin siyaset adamları 87 yıl sonra onun olanaklarıyla milleti temsil yetkisi isterken Türk Milleti kavramından söz etmiyorlar? Bu ülkenin Başbakanı ettiği yemine sadık kalarak bir kez olsun” Ben Türküm. Ne mutlu Türküm diyene “demiyor, diyemiyor?

ASIL SORUN BURADA

Mustafa Kemal ne yabancılara dostça ilişkilere karşıydı, ne de onlarla yapılacak ticarete. Peki ne oldu da dünyamız bir anda karardı ve ufkumuzu kaplayan kara bulutlar üzerimize çöktü?
Dost ve müttefik diye alabildiğince onlara borçlandık isteklerine en uygun gelen uygulamaları devletin politikası en uyumlu duruma getirmeyi kabul ettik. İşte böyle dolduk,
Gazi Mustafa Kemal emperyalizme karşı savaşmıştı; biz onlara boyun eğiyoruz. O barışsever bir devrimciydi, biz onun devrimlerini yok saymamızı söyleyenleri dinler olduk. O “ Dış borcun fazlası, bağımsızlığı yok eder” diyordu. Biz gırtlağına kadar borç batağına batırılmış yarı sömürge bir ülke olduk. O Silahlı Kuvvetlerini siyasete bulaştırmaz ancak ordusunun onurunu korurdu. Biz ordumuzun onurunu kırmak bir yana onu tasfiye edin çağrılarının muhatabı haline geldik. O devrimin amacının laik ve eğitimli bir toplum özlemi içindeydi, biz hukukla siyaseti birbirine karıştırtırken uygar eğitim yerine din eğitimini seçer olduk. O hukuk devletinin en önemli unsuru sayıyor ve siyaset dışı bağımsız yargı diyordu. O süreci yaratmış ve laik hukuk devletinin korunmasını sivil asker her Türk gencine emanet etmişti. Biz ne eğitimin özgürlüğünü bıraktık, ne laikliğin özünü.
Şimdi Büyük Doğu Ortadoğu Projesinin uygulama alanındaki en itaatkarlığımız övülen, yabancı büyükelçilerin kriptolarının baş konusu ülke olduk. Avrasya’yı kaplayan, oradan Balkanlara uzanacak bu projenin anahtarı Türkiye’dir ve o nedenle, Türkiye dize getirilmelidir ki, sıra ötekilere gelsin. Iraktan başlayın Suriye’ye gelin, oradan Kuzey Afrika’ya geçin başta Tunus, ardından Mısır, sonra Libya. Neden oralarda iktidarlar devrilmekte, demokrasi adına halk perişan edilmektedir. Dünyanın gücü neden seferber edilmiştir ve neden çember giderek daralmaktadır. Üstüne üstlük değiştirile, değiştirile lime, lime olmuş Anayasa bir kez daha gündemdedir ve ülkenin bütünlüğü tartışılmaktadır?
Neden Başbakanı da, ana muhalefet lideri de yavru muhalefeti de neden ayni yolda birleşmişler, Türk Milleti kavramı sahipsizdir. Türk olmak artık ayıptır, söylenmesi gerekmez de onun için.
Tanrı aşkına söyleyin!
Bu gaflette ne zaman uyanacağız? Rahat, rahat “Ne mutlu Türküm diyene” sesimiz arşa kadar yükselecek? Bu kabus nasıl bu kara bulutlar ne zaman kalkacak? Bu karşı devrim rüzgarı ne zaman kesilecek?
Türk Milletini kim kurtaracak?

kurtulaltug@aydinlikgazete.com