Utanç bir gün kapıyı çalar!

Bu uyarıcı sözü kimler için ve niçin mi söylüyorum? Son yıllarda dolaylı da olsa, örtülü de olsa, istemeden de olsa, iyi niyetle de olsa, düşman tuzağına doğrudan düşmese de, düşmanın çıkarlarına hizmet edecek adımlar atan edebiyatçı, sanatçı, aydınlar için söylüyorum. Diyorum ki, bugünler gelir geçer ve utanç bir gün gelir kapıları çalar! Çalacaktır.

Bu tarzda davranan, yanı iç siyasi gelişmeleri derinden okuyamayan ve kime yaradığının hesabını yapmadan adımını kayıtsızca atan büyük bir kesim için ağır ifadeler kullanmamaya dikkat ediyorum. Ancak bugün aynı bütünlük içinde “İş birlikçi” tanımını fazlasıyla hak eden işbirlikçi öncülerin varlığı da aşikâr değil midir? Siz onları iyi tanıyorsunuz elbette. Türkiye’ye Batı localarından bakıp ahkâm kesenler.

PKK HENDEKLERİ TARIM İÇİN KAZDI

Ülkemiz parçalanmaya doğru sürüklenirken, “Silahlar bırakılsın, sınır ötesi operasyonlar durdurulsun, kalıcı barış sağlansın, demokratik anayasa yapılsın vb.” demokrasi, barış, insan hakları soslu nutuklar büyük bir karizmayla zerk edilir toplum bünyesine. Silahlar bırakılsın: TSK ve PKK karşılıklı silah bırakacak vay be. Başka? “Yeni Anayasaya özerklik ilkesi konsun.” Emrin olur!

Demek istiyor ki, ikinci İsrail’e, kukla Kürt devletine yani terör devletine anayasal olarak izin verilsin, Allah Allah! Derhal. Başka bir isteğiniz? “Güneydoğu’da insan haklarına saygı duyulsun!” Sanırsın PKK o hendekleri bölgede tarım yapmak için açtı.

İŞBİRLİKÇİLİĞE SÜRÜKLENMEK

Bakın ki, Emperyalizmin politikalarıyla içerinden buluşan bu “entelektüel”, bu karizmatik çağrılarda Türk Milleti’nin insan hakları adına, bütünlüğü adına zerre kadar bir talep, bir istek var mı? Yok. Bu duruma düşen aymazları doğrudan ABD politikalarıyla işbirliğine sürüklenmekten kim kurtaracak?

“İş birlikçi”yi, “Herhangi bir alanda çıkar sağlama amacını güden veya benzer kuruluşlarla ilişki kuran kimse, kuruluş vb.” diye tanımlıyor TDK Sözlüğü. Biz de aynı amaçla kullanıyoruz. Fakat kimin, kiminle, kime karış işbirliği? Buraya bakmalıyız, asıl.

“İş birliği,” ise aynı amaç, aynı çıkarlar doğrultusundaki kişi ya da kurumların ortak hedefe yönelik birlikte çalışması demek. Toplumsal çabaların, becerilerin, uzmanlıkların birleştirilmesi yönünde kurulan birlikler, aynı zamanda kişisel çıkarları da içerebiliyor. Bunlar toplum içinde doğal karşılanabilir. Ancak, mesele o kadar basit değil.

Çünkü işbirlikçilik karşımıza her zaman “İngiliz’in adamı Mansur”, “Damat Ferit”, “Ali Kemal” vb. kişiler olarak çıkmaz. Aksine, karşımıza vicdanı etkilenmiş, kafası karıştırılmış, aklı karartılmış daha geniş aydın kitleleri halinde çıkar. Emperyalizm senaryoyu öyle ince ayrıntılarla yazar, öylesine sinsi tuzaklar kurar ki en küçük bir gaflette ayağınız kayar ve kendinizi düşmanın iç ya da dış saflarında buluverirsiniz.

“GEL EY BIDEN, KURTAR BİZİ TAYYİP’TEN”

Ne yazık ki bugün pek çok yazarımız, saplanmış olduğu ve “Tayyip Erdoğan” cinneti diye tanımladığımız bir manyetik alanın çekiminden kurtaramıyor. Kurtulmak için çaba da harcamıyor. İradesini kaptırmış bir kez. Örneğin bunların en tanınmışı koskoca bir hoca hem de, televizyon ekranlarından ABD’ye çağrı yapıyor: “Gel ey Amerika, şu AKP iktidarını yık. Bizi Tayyip’ten kurtar!” Vay be!

Kıs kıs gülerek, “Emrin olur sayın hocam. Sen merak etme, Bu yolda devam et. Benim işim bu!” diyor Biden, “Senin Amerika diyen dillerine kurban!” Emperyalizmin varlığını sürdürmesi zaten milli devletleri yıkmasına bağlı. İşi bu. Bir de sen aynı hedefte onunla buluşursan, yeme de yanında yat!

Küresel hegemonyanın Türkiye’yi yeniden kontrolü altına almak için yapamayacağı yok. Bunun için milyar dolarlar harcıyor. Üstüne üstlük bazı aydınlar da sözüm ona vatansever olarak ona yardımcı olacak eylemlere girişiyor ya da destek veriyor. Esasında emperyalizmle amaç birliği yaptığının ayırdında değil. Peki, bunun adına “işbirlikçilik” desek çok mu ağır olur?

“KAFA OYUNLARI”NA GELMEYELİM

Ülkemizin milli çıkarlarına, milletin bağımsızlığına, geleceğine karşı, başka ülkelerin çıkarları içinde işbirliği yapma durumuna sürüklenmek ne acı. Gaflet, dalalet, ihanet zinciri olarak dile getirebiliriz bunu. Atatürk Gençliğe Hitabe’de gerekli vurguyu yapıyor. Aymazlık, doğru yoldan ayrılma ve giderek hainlik çizgisine uzanan bir ibretlik manzumesidir bu.

Ülkemizin 70 yıllık Atlantik boyunduruğundan kurtulmaya başladığı bu süreçte olup biteni daha iyi anlamak için bu kavramların üzerinde dikkatle durmamız gerekiyor: Böyle bir tuzağa düşen, düşme olasılığı taşıyan değerli edebiyatçı, sanatçı ve aydınlarımız için uyarıcı olur umuduyla, elbette.

Emperyalizmin yeni ABD başkanı Biden öncülüğünde, milletleri tehditte gemi azıya aldığı ve Türkiye’yi sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel dört cepheden kuşatmaya çalıştığı bugünler nelerin olup bittiği iyi anlamamız gerekiyor. Daha da önemlisi ABD silahlarının namluları Türkiye’nin kalbine çevrilmişken edebiyatçının, sanatçının, aydının “kafa oyunlarına” gelmemesi gerekiyor.

KİM O? BEN UTANÇ, SİZ ÇAĞIRMIŞSINIZ!

Amerikan işgalinden önce Irak’ta, iç muhalefet kendi milli bütünlüğünü koruyamadı. BAAS düşmanlığı rezervinde biriktirdiği bütün öfkesini, becerisini, bütün silahlarını Saddam Hüseyin’e çevirdi. Esasında silahların namluların çevrilmesi gereken yer emperyalizmin beyniydi. Fakat aymazlık ruhları ele geçirmişti bir kez. Birden bire Saddam muhalifleri düşmanın hedefe koyduğu kendi başkanlarına ateş açarak Amerikan emperyalizmine hizmet ettiler.

Ardından işgal edilen bağımsız koca bir ülkede kan sel gibi aktı. Irak’ın ırzına namusuna geçtiler. Irak etiyle kemiğiyle bölündü, ülke parçalandı. Kabile kentlerine sürüklenmeye çalışıldı. Yüzbinlerce kadına tecavüz edildi. Çoluk çocuğa kıyıldı. Yeraltı yerüstü varlıkları hatta müzeleri yağmalandı. Vatansever erkekler El Garip ve benzeri hapishanelerde, kamplarda insan vicdanın kabul edemeyeceği işkencelerle acımasızca öldürüldü vb. ve daha ne alçaklıklar.

Hepsi de demokrasi adına. Hani, “Amerika, Irak’a demokrasi götür, lütfen!” diye bağıranlar vardı. Irak Saddam’dan kurtuldu. Saddam muhalifleri bir oh çektikten sonra ardından ne oldu?

Saddam’ın heykelini devirenler “ellerimiz kırılsaydı” diye kıvrandılar. Çok geçmedi olup bitenler karşısında bir gün kapıları çalındı. Kim o? Ben geldim! Kimsiniz? Adım utanç! Siz çağırmışsınız!