Utanç Müzesi-(TAMAMI)
Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde 78’liler Federasyonunun açtığı sergiyi izledim, “Utanç Müzesi” diye de basına yansıyan sergi, 28 Eylül’e kadar sürecek. Sergiye emeği geçenler, solun acılarla dolu tarihini görünür kılmaya çalışmışlar. Acılar ne kadar görünür kılınabilirse... Ölümler, ölümler, ölümler... Ve yetersiz kalan sözcükler... Ölenlerin yalnız fotoğraflarını yan yana getirseniz salonlara sığmıyor. Çoğu yirmili yaşlarda düşmüş toprağa, o yaşa ulaşamayanlar da var. Kimi polis, jandarma, kimi faşist kurşunuyla can vermiş, kiminin yaşamı darağaçlarında son bulmuş. İdam öncesi yazılan mektuplar içine işliyor insanın, her bir sözcüğü uykularınızı kaçıracak türden, gencecik insanlar darağacının gölgesinde, o sayılı dakikalar içinde kaleme almışlar bu mektupları. Darağacından korkmak ne; koşarak gitmişler, cellatlarına iş düşürmeden. 68 kuşağının savaşçıları, Deniz Gezmiş’in kazağı, Hüdai Arıkan’ın montu, İbrahim Kaypakkaya’nın teksir makinesi, geride kalan onlarca acı hatıra... Bir köşede Behçet Aysan’ın beyaz doktor gömleği ve stetoskobu, kitapları, cezaevinde İlhan Erdost’la çekilmiş fotoğrafı, Yunanistan’da Theodorakis’le çekilmiş fotoğrafı... Ölümünden kısa bir süre önce, Numune Hastanesi’ne genel kontrol için gitmiştim, servis servis yanımda dolaşmıştı. Sonra dilimizin varmadığı, aklımızın almadığı o ölüm, kurşunun, urganın yerini bu kez Sivas’ta ateş ve duman almış. Karısı Adviye sınıf arkadaşımızdı, bu acıya çok dayanamadı, kısa bir süre sonra o da gitti. Tıpkı Uğur Kaynar’ın eşi gibi aynı hastalıktan... Behçet’in kızı Eren Aysan, bu acılar içinde olgunlaştı, Cumhuriyet’in Ankara ekindeki yazılarını ilgiyle okuyorum. Yaşının üstündeki olgunluğunu, birikimini yazılarında da görüyorsunuz. Acıları görünür kılma o denli zor ki... Nerede başlayıp nerede biteceğini, yürekten yüreğe nerelere gideceğini bilemezsiniz. Keşke hiç başlamasa, hiç olmasaydı bu acılar. Yazık ki hâlâ sürüyor, hâlâ çoğalıyor. Yine şehit haberleri, gencecik ölümler... Depolarda hiç patlamaması gereken bombalar patlıyor da, vicdanlarda küçük bir patlama yok!
Serginin başka bir köşesinde toplu kıyımların fotoğrafları... Çorum olaylarından, Kahramanmaraş olaylarından acıklı kareler, bakamayacağınız kadar acı veriyor insana. Kanınız donuyor. İnsanlığınızdan utanıyorsunuz.
Hüdai Arıkan’ın montunun önünde duruyorum bir süre. Babası erken ölmüş, gariban bir ana büyütmüştü onu. Anası su satardı Cebeci Çayırı’nda, oğlunu öyle büyüttü. Çoğu arkadaşı bile bilmez anasının onu su satarak büyüttüğünü. Yakışıklıydı, bir kot, bir gömlek giymesi yeterdi yakışıklı demeniz için. Uzun boylu, dal gibi bir gençti. İlk gecekondu yürüyüşünün bildirisini birlikte yazmıştık. Kızıldere’de can verdi.
Hepsi de ışıklar içinde yatsınlar. Geride kalanlara ise Tanrı sabır versin demekten başka bir şey gelmiyor elimizden.
Sergi, çeşitli panellerle 28 Eylül’e kadar sürecek.