Uygarlığın Ortası 1: Asya’da parlayan Türk güneşi!
“İşin ilginç yanı, Avrupa merkezli tarih yazımının görmek istemediği olguları,bizim Milliyetçi tarihçilerimizin de görmemiş olmasıdır.”
Doğu Perinçek
Türkiye’nin son yarım yüz yıllık siyasetine öncü ve eylemci kişiliğiyle damgasını vuran Doğu Perinçek, eksikliğini duyduğumuz bir yapıt daha ortaya koydu: “Orta Asya Uygarlığı”. Yüksek entelektüel enerjisini Türk Milletinin bağımsızlık mücadelesine ve kültürel kalkınmasına kesintisiz seferber eden Perinçek’in daha önce çıkan “Bozkurt Efsaneleri ve Gerçek” kitabını okumuş ve etkilenmiştim. Çünkü kitap, Türk tarihi açısından gerçekleri ortaya koyup berraklaştırarak çok önemli bir işlevi yerine getiriyordu. Avrupa merkezci ırkçı-milliyetçi görüşleri de mahkûm ederek, soğuk savaş boyunca rotasından çıkmış olan Türklük, Türkçülük bilincini yeniden Kemalist Devrim rotasına oturtuyordu.
TÜRK GENÇLİĞİNİN EL KİTAPLARI
“Orta Asya Uygarlığı” ise, “Bozkurt Efsaneleri ve Gerçek” kitabındaki bilimsel çerçeveyi tamamlıyor. Türk devrim sürecini kültürel boyutlarıyla da inceleyen Perinçek, zorlu ve uzun yolculuğunu bu kez Orta Asya Uygarlığı adlı yapıtında sürdürüyor. Ardından ortaya konulan “Og’dan Oğur’a” yapıtıyla oluşan bu üçlü set, Türk Tarihini doğru ve derinlikli kavrama ihtiyacına cevap veriyor.
Bu yapıtlar aynı zamanda yüzyılın gerçeğini derinden kavratarak, bugünün doğru eylem çizgisini belirlemede ve Milli Demokratik Devrimimizin temel sorunlarını aşmada okuyucuya yardımcı oluyor.
21. Yüzyılda gerçekleşecek Asya’nın milli devrimlerinin Türkçü ideolojik ekseni için bu kitaplar yaşamsal önemdedir. Kemalist Devrim sürecinde bu üç temel kitap gençlerin kitaplıklarından, masalarından, çantalarından, ceplerinden eksik olmamalı. 1. Bozkurt Efsaneleri ve Gerçek. 2. Orta Asya Uygarlığı. 3. Og’dan Oğur’a, Devletin Oluşması Sürecinin Türkçedeki İzleri.
ORTA ASYA UYGARLIĞI
“Orta Asya Uygarlığı”nı sindire sindire okurken, edindiğim duygu ve düşünceleri, bu yazı boyunca sizinle paylaşmak istiyorum. Öncelikle kafamda oluşan bazı imgeler:
Gönlümü göğerten anlam derinliği, aklımı dolduran gerçeğin büyüsü.
Dünyanın yükselen kültür ekseninde kesintisiz devrimlere doğru.
Belleğimi genişleten düşünsel gizilgüçler ve gerçeğe sadakatin zaferi.
Asya Çağı ile parlayan yeni uygarlık yolunda adanma ruhunun yükselişi.
Türk halklarının ana rahmi ve yetkinlik beşiği ve oyun bahçesi Asya.
Özgürlüğün önünde açılan bozkırlar, birbirine kavuşan aşk yolları.
Birbirine bağlanan türküler, kucaklaşan dağlar, engin denizler.
Geleceği kuracak Asya Birliği’nin kültür mayasına Türk katkısı.
Büyük insanlığın gördüğü en renkli düşün ardındayız, gerçek olacak.
Devrimin kızgın ocağında pişecek en lezzetli aşa, özgürlüğe açız.
Avrupa Merkezci egemen görüşe göre, “Dünya Tarihi denen şey Batı Avrupa tarihidir. Avrupa ulusları, tarihsel uluslardır, ötekiler tarihsiz uluslardır.” Vaziyet bu merkezdedir. Bakın şu sözdeki talihsizliğe. Orta Asya’nın yanına “uygarlık” kavramının getirilmesini bile hazmedemeyenler, bugün de kıvranıp durmaktalar. O nedenle, Orta Asya tarihi yeniden yazıldığı zaman, bu büyük kültür hazinesinin sakladığı gerçekler, dünyadaki bütün bilim çevrelerini hayli şaşırtacağa benziyor. Bu gerçeklere, yabancılardan daha fazla bizim Batıcı aydınımızın “şaş kalacağı” kesindir.
TARİHE BAKIŞTA İKİ AYRI YÖNTEM
Yüzyıllar boyunca tarihçiler, hizmet ettikleri ideoloji ve kullandıkları yöntem bakımından ikiye ayrıldılar: 1. Araştırmalarında metafizik yöntemi kullanan idealist tarihçiler. 2. Tarihsel materyalist yöntemi kullanan bilimsel sosyalist tarihçiler. Birincilerin dönemi çoktan kapandı, ama etkileri sürüyor. İkincilerin dönemi ise çoktan başladı, ama süreç yavaş ilerliyor.
Orta Asya tarihi genellikle idealist yöntemle ele alındı. Kurulan imparatorlukları Tanrı’nın Türk’e bir “lütfu” olarak görmekle yetindiler. Devlet nedir, nasıl kurulur, nasıl yaşatılır, hiç düşünmediler. Ordu nedir, nasıl örgütlenir, nasıl beslenir? İmparatorluk nedir, nasıl yüzlerce yıl ayakta tutulur. Bunun için “cengaverlik” yeterli midir? Milyonlarca insan ne yer, ne içer, ne giyer? Bu insanlar nasıl eğitilir, nerede oturur? Çarşı pazarlarını dolduran binlerce çeşit mal nasıl üretilir, nasıl taşınır, nasıl pazarlanır?
Tarihe metafizik yöntemle yaklaşan yazarlar, attığı her adımda gerçeklikten uzaklaşır. Göze çekilen idealizm perdesi kişiyi körleştirir. Öyle ki yazar önüne konan maddeleşmiş, devasa gerçeği göremez. Gerçek görülemediği için bilgiler gelişip, birleşip serpileceği yerde, kuşaktan kuşağa kuru tekerlemelere dönüşür. Sonunda “Türk” sözcüğünün dışa vurduğu devrim birikiminin üstü örtülür. Sözcüğün bulma, yaratma, birleştirme, yerleştirme, devletleştirme, ilerletme gücü ve yetkinliği perdelenip gizlenir.
Onlara göre Türk, tarihin ana rahmine, salt Tanrı’nın inayetiyle yenilmez bir cengâver olarak düştüyse, onun uygarlıklar kurmaya, buluşlar yapmaya, zekâsını kullanmaya pek fazla gereksinimi olmayacaktır. Buna inanmaksa, aynı şekilde insanı gerçeğin özünden, hareketin yasalarından koparıp gerçekliğin alanından uzaklaştırır. Daha da kötüsü ilerleme, gelişme, uygarlıklar yaratma ülküsü insan iradesinin elinden alınıp salt hayal mahsulü cansız bir “ülkücülük” kavramına indirgenmiş olur.
Gerçek bilimcinin işiyse zor ve zahmetlidir. Gerçeğe bilimsel yoldan ulaşmak yoğun emek gerektirir. Bunun için, her şeyden önce gerçeğin ardında koşan kuşkucu bir anlayışa sahip olmak zorunludur. Kullanılması gereken yöntem ise olguları hareket halinde kavrayan tarihsel materyalizmdir.
Tarihsel materyalist bakış, bu soruların tümüne nesnel cevaplar arar ve bulur. Tarihi bütün dogmaların, düşünceyi kısıtlayıcı dinsel, siyasal bütün baskıların uzağında, bilimsel verilerden hareketle araştırır.
CUMHURİYET’İN YAYIMLAMADIĞI YAZI
Doğu Perinçek’in yıllar önce Orta Asya Uygarlığı kitabı yayınlanınca heyecanla okuyup geniş boyutlu bir tanıtım yazısı kaleme aldım. Niyetim Aydınlık Dergisinde yayımlamaktı. Fakat dönemin Cumhuriyet Kitap Eki yönetmeni arkadaşımızın benden yazı istediğini anımsayınca, Aydınlık’ta yayımlamaktan vazgeçip Cumhuriyet Kitap Ekine gönderdim. Aradan bir iki hafta geçip de yazım yayımlanmayınca telefonla aradım. Yazının niçin yayınlanmadığını, neden bekletildiğini sordum. Yönetmen arkadaş da bana “Güzel bir yazı, eline sağlık, fakat yayınlayamam,” dedi. Niçin diye sordum. “Tanıttığın Kitap Doğu Perinçek’in!” dedi. “Şimdi bu ne demek oluyor?” diye şaşkınlığımı belirttim. Yönetmen arkadaş Cumhuriyet Gazetesi yönetimini kast ederek dedi ki: “Yukarıdakiler...” Ben de bir “Vay be!” çektim. “Yani yayımlamayacak mısın?” diye sordum. “Çok zor!” dedi. “Başımı sıkıntıya sokma!” demek istiyordu. Ben, öyle şey olur mu, yine de yayımlarlar diye bir süre bekledim. Yazı yayımlanmadı. Bilgisayarımda kaldı. Derken Ergenekon Tertibi geldi çattı. 21 Mart 2008 sabahı FETÖ’cü polisler benim de Ulusal Kanal’daki odamı bastı. Onlarca sivil emniyet görevlisi, aynı binada bulunan Ulusal Kanal, Aydınlık ve İşçi Partisi’nin bütün bilgisayarlarının hard disklerini söküp götürdüler. (Şu işe bakın ki, yeryüzüne cemrenin düştüğü 21 Mart sabahı bir yandan Doğu Perinçek kitabının tanıtım yazısına el konulurken, öte yandan Doğu Perinçek’in kendisi evinde tutuklanıyordu.) Böylece bilgisayarımdaki daha pek çok çalışmama da el konulmuş oldu. Örneğin Dağlarca ile evinde çekimini yaptığımız söyleşinin videosu ve pek çok şiirim, çalışmam da karanlığa karıştı. Yıllar sonra arşivimdeki CD kayıtlarında yazının kopyasına rastlamak mutluluğuna eriştim. Onca yıl bekleyen Doğu Perinçek’in Orta Asya Uygarlığı Kitabı için yazdığım metni, çok küçük bir iki düzeltmeyle siz değerli Aydınlık okurlarına sunuyorum. Yazımız 4 hafta sürecek.
(DEVAM EDECEK)