Vatan hainliği
Kemal Kılıçdaroğlu Atatürk Havalimanı’na millet bahçesi yapılması kararı sonrasında 16 Mayıs günü attığı tivitte “Bu işte yer almış herkese son bir lafım olsun: Bu iş 'Talimat aldım, mecburdum' diyeceğiniz bir iş değildir, bunun adı vatana ihanettir. Siz de sorumlu olacaksınız. Bu işte bir damla mürekkebi olan herkes vatan hainidir” ifadesini kullandı. 2013 yılında katıldığı bir TV programında “Atatürk’e karşı çıkmak vatan hainliğidir” demişti, 14 Ocak 2020’de Meclis Grubu’nda Tank Palet fabrikası ile ilgili olarak “Kendi silah fabrikasını yabancı bir orduya beş kuruş para almadan veren insanlara vatan haini denir” diye konuşmuştu.
Sayın Kılıçdaroğlu “vatan haini” sıfatını hükümetin yanlış bulduğu işlerine duyduğu öfkenin boyutunu anlatmak için hitabet sanatı bağlamında bir enstrüman olarak mı kullanmaktadır yoksa samimiyetle kavramın gönderme yaptığı gerçek anlamı mı kastetmektedir, bilmiyorum. Ancak bildiğim bir şey varsa, kavramların yüzergezer yapılar olmadığıdır. Kavramlar dünyayı anlamlandırmak ve açıklamak için kullandığımız, toplumsal karşılıkları olan soyutlamalardır. Sayın Kılıçdaroğlu ve kurmayları, kavramlar ve anlamlar arasında bağıntı olduğunu şüphesiz biliyorlardır. Bu bağıntı siyasal eylem düzeyinde karşılık bulmak zorundadır. Daha açık bir ifadeyle, eğer karşınızdaki insanları “vatan hainliği” ile suçluyorsanız ya çok yanlış bulduğunuz siyasal kararlara yönelik eleştirilerinizde aşırı abartıya sapıyorsunuzdur ya da gerçekten vatana karşı haince bir fesat olarak görüp sorumlularını idam etmek, vatandaşlıktan çıkarmak, müebbet ağır hapse mahkûm ettirmek gibi olağanüstü cezalara çarptıracağınızı ima ediyorsunuzdur. Birinci durumda kavramı ucuzlatmış olursunuz. Bu durum hem kendi seçmenlerinizi aşırı beklentilere sokmak hem de siyasal ciddiyetiniz konusunda şüphe uyandırmakla sonuçlanır. İkinci durumda iktidara geldiğinizde olağanüstü rejim uygulamalarına gideceğinizi belirtmiş olursunuz. Çünkü vatan hainliği iddiasının şakası yoktur.
Ülkemizde Hıyanet-i Vataniye Kanunu 29 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi tarafından iki numaralı kanun olarak kabul edilmişti. Daha önce Birinci Dünya Savaşı koşullarında İttihat ve Terakki Hükümeti, Hıyanet-i Askeriye Kanunu çıkarmıştı. Hem İTC’nin hem BMM’nin kanunları savaş haliyle yakından ilgiliydi. 1920 yılı nisan ayında Yunan ordusu Anadolu topraklarında ilerliyordu. İstanbul Hükümeti acizdi ve teslimiyet içindeydi. Her tarafta iç isyanlar vardı. BMM düzenli ordu kurmakta zorlanıyordu. Askerden kaçma yaygın bir eğilimdi. Bağımsızlık için derhal devlet otoritesinin tesis edilmesi, toplumsal kaos ve işbirlikçiliğin önünün alınması gerekiyordu. İstiklal Mahkemelerinin kurulmasını sağlayan Hıyanet-i Vataniye Kanunu Büyük Millet Meclisi’nin meşruiyetine karşı isyan etmeyi teşvik eden bütün sözlü, yazılı veya eylemli hareketleri vatan hainliği olarak tarif etmiş ve eklemişti: "Fiilen vatan hainliğinde bulunanlar asılarak idam edilir." Kanun 12 Nisan 1991’de kaldırıldı. 2001 ve 2004 yılında yapılan kanun düzenlemeleri ile idam cezası da Türk hukukundan bütünüyle çıkarıldı. Günümüzde vatana ihaneti ve cezasını tanımlayan kesin bir hukuksal düzenleme yok. Ama bu durum, kavramın siyasal mücadelede bir “eleştiri” olarak kullanılarak ucuzlatılmasının mümkün olduğu anlamında alınmamalıdır. Çünkü vatan hainliği siyasi bir “hata” değildir. Yanlış kararlar verip kamuyu zarara uğratmakla falan açıklanabilecek bir eylem olarak görülemez. Bir insanın işleyebileceği en ağır suçlardan bir tanesidir. Kişilere karşı değil, milli varlığa karşı işlenir. Bu nedenle genellikle yabancı güçlerin yararına kendi ülkesinin ve milletinin ortak kamusal çıkarları aleyhine eylemde bulunmakla ilişkilendirilir ve cezası hukuk sistemindeki en ağır ceza olmak zorundadır.
Geçen yıllarda Kılıçdaroğlu’nun meşruiyet kavramını içeriğini boşaltarak kullanması gündeme gelmişti. Farklı zamanlarda yaptığı açıklamalarda hükümeti, anayasayı ve seçimleri “gayrimeşru” diye nitelemesi, Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek tarafından eleştirilmişti. Perinçek kanuna aykırılık ile meşruluk kavramlarının ayrı şeyler olduğunu, bir anayasaya 'meşru değildir' dediğiniz zaman sistemi hukuk dışı ilan ettiğinizi ve bundan sonra siyasal eyleminizin buna uygun olacağını kastetmiş sayılacağınızı vurgulamıştı. İsyan mı edersiniz, dağa mı çıkarsınız, yeraltına mı çekilirsiniz orası size kalmış!
Özellikle siyasette kanaat önderliği konumunda olan insanların kullandıkları dile ve kavramlara çok dikkat etmesi gerekir. Sadece karşılıksız konuşuyor görünmenin toplumsal saygınlıklarına halel getirecek olması nedeniyle değil. Aynı zamanda onlara güvenen kitlelerin bilinçlerini etkileyecek olması nedeniyle de… Vatan hainleri siyasette rekabet edeceğimiz, yanlış kararları karşısında bağırıp çağıracağımız ama nihayetinde birlikte yaşamaya devam edeceğimiz insanlar değildirler. Geçmişte Erdoğan’ın siyaset dilini kutuplaştırmasından en çok şikâyet edenlerin başında Sayın Kılıçdaroğlu ve CHP çevreleri geliyordu. Acaba kutuplaşma dilinin artık kendilerine yaradığını düşünmeye mi başladılar?