Vian ve entelektüel dürüstlük

Kısa hayatı boyunca hep kırk yaşımı görmem diyerek yaşayan, bu lafa nispet yaparcasına sözünün hükmünü geçerli kılıp (yazar dediğin başka ne ki) 1959’da, otuz dokuz yaşında ölen Boris Vian, o müthiş romanını bitirir bitirmez gidip soluğu üstadı Sartre’ın yanında alır. Yazdığı da romandır hani: Günlerin Köpüğü. Gerçi roman mı masal mı, o yanı da karışıktır işin (bana kalırsa şiirdir). Âşık olunca yaşadığımız şey daha çok masal olduğuna göre roman da masal gibi akacaktır. Mesela kitaptaki sevgili zatürre olacak değil mi! Sevilen kadın nasıl zatürre olur: Ciğerinde nilüfer çiçeği büyür. Hastalığı ilerleyip içinde filizlenen çiçeklerle nefesi daraldıkça kadın kahramanımız Chloe’nin odası da boyut değiştirir. Duke Ellington’un güzelim cazına ithaf edilmiş bu romanda, görürüz ki bütün şiirsel tuhaflıklar cazdır zaten. Caz da bu roman gibi kırılgan ve estetiktir. Fakat işte geçicidir aşk. Belki de köpükler gibi; günlerin köpükleri. Yazarın deyimiyle, “gerçeğin ısıtılmış ve eğimli bir atmosfer içinde, düzensiz kıvrımları ve bükümleri olan bir yüzey üstüne yansıtılması yoluyla elde edilmiştir” bu roman. Ne diyordu Vian: “Görüyorsunuz ya, hiç de açıklamakta sakınca görmediğim bir yol, eğer yol varsa...”
İşte, bitirir bitirmez romanda da Jean-Sol Parte olarak görünüp duran üstadı Sartre’ın yanına varır genç yazar. Kitabı üç günde yazıp adamın masasına bırakmıştır. Eseri yayımlanmalı ve kazanacağı parayla, nefret ettiği mühendislikten kurtulup yazarlığa ve caza geri dönmelidir.
Tam o sıralar, Sartre’ın da çevresinde bulunduğu Gallimard Yayınları, Pleiade Edebiyat Ödülü’nü vermek üzeredir; üstadı, genç adama yarışmayı katılmasını salık verir, oyunu ondan yana kullanacağı da garantidir. Az buz değil, yüz bin franklık meblağ vardır işin ucunda. Ödül öyle seçkindir ki jüriye bakarsan anlaşılır: Sartre, Malraux, Eluard, Camus, Blanchot, Queaneau... Verdikçe vermiş yüce Tanrı!
Üstelik yeni yazdığı roman, Vian’ın ilk eseri değildir. Daha önce Vernon Sullivan takma adıyla Mezarlarınıza Tüküreceğim’i yazmıştır... Kitabın kapağında yazarın adı Vernon Sullivan, çevirmenin adı Boris Vian olarak görünür. Güya bir Amerikan yazarından çeviri gibi sunmuştur eserini. Albino hastası zenci bir kahramana (!) sahip bu roman, bugün yazılsa herhalde Mezarlarınıza Tükürüyor Olacağım diye yayımlanırdı; okumuş yazmışlarımızın bir kısmının gelecek zaman kipini bile doğru kullanamadığını varsayarsak... Ne yapalım! Artık hep böyle oluyor.
Bu arada Vian ödüle başvurur. Fakat sivrilen bir başka aday da vardır: Katolik papazlığı eğitimi almış, şair Jean Grosjean. Üstelik jüri tarafından sevilmektedir; şiirleri de hiç fena değildir. Ayrıca seçici kurulun seçkin üyelerinden Malraux’nun da “adamı”dır.
Nihayet 25 Haziran 1946 günü, çoğu üye Vian’ı destekleyeceğini belirtmiş olsa da bizim rahip yarışmayı kazanır. Hatta adamcağız, birkaç yıl sonra kiliseyi bırakıp seçici kurul başkanının önayak olmasıyla La Nouvelle Revue Française dergisi yönetimine getirilecektir. Bir dergiyi yönetmek bunca kolay mıdır dersen, neden olmasın ki derim.
Hal böyle olunca Boris Vian kurul başkanına gider, biraz da sesini yükseltip ortalığı kızıştırır. Derken bir yıl sonra Gallimard romanını yayımlayacaktır ama edebiyat çevreleri bu müthiş güzellik karşısında suskundur. O çevrelerin işi budur zaten: Susarlar!
Aynı yıl bizim adam bu kez üç ayda, ne Pekin’de ne de sonbaharda geçen Pekin’de Sonbahar’ı yazar; romanda, kullandığı otobüsün inecek var ziline basılmadığı için durmadan yol alan manyak bir şoför vardır, unutulmaz. Numara anlaşılmıştır. Vian, metinde kurul üyeleriyle de alay etmektedir. Dolayısıyla Gallimard kitabı reddeder. Düşünce özgürlüğü o kadardır oralarda. Vian da gider, nispeten küçük ve iddiasız Scorpion Yayınları’na taşır eserlerini.
Bizimki arkadaşlarıyla birlikte Scorpion çatısı altında bir de bir Tabou Ödülü oluşturur: Prix du Tabou. Yarışma düzenlerler. Yapılan açıklamaya göre ödül sadece Scorpion yazarları tarafından Scorpion yazarlarına verilecektir. Ödül jürisi de harikadır: Vian, Vian’ın hanımı Michelle, erkek kardeşi Alain ve bir gazeteci arkadaşları. Mis gibi değil mi!
O yıl, 1948’de yarışmayı Sally Mara diye biri kazanır ama ödül Mara orada bulunmadığından Raymond Quenau’ya teslim edilir. Çünkü Mara diye biri yoktur. Tören sırasında Vian, söyleşi için gelmiş Le Canard Enchante dergisi muhabirine, gayet soğukkanlı, “ödül verdikleri kitabı okumadığını, ödülün kurayla belirlendiğini ve Tabou Ödülü’nün bedava aperatif içme fırsatından başka bir şey olmadığını” belirtir. Dergi “entelektüel dürüstlüğü için” Vian’a teşekkür eder; durumu “söylemiş oldukları tüm edebiyat ödülleri için geçerliydi ama bunları sadece Vian söyleyebilirdi” diye yorumlar. Gallimard ise 2010 yılında Vian’ın tüm kitaplarını iki cilt halinde basacaktı.
Derginin entelektüel dürüstlük dediği mefhum Türkiye’de ne âlemde peki? Bakalım: Geçen hafta “Ermeni soykırımı yoktur” konulu bir makale yazıp internette devam eden “özgürlükçü” Gazete Duvar’da yayımlama cesareti gösteren akademisyen Gülgün Türkoğlu’na getireceğim sözü. Gazete Duvar, entelektüel olarak öyle “dürüst ki” yazıdan sonra yayın yönetmeni, ifade özgürlüğü bu değildir yollu bir yazı yazarak Gülgün Hanım’ın düşünceleri nedeniyle soykırımcı çevrelerden özür diledi.
Yine kimse ağzını açmayacak tabii. Dürüst entelektüelimiz, yazılarıyla ya da okuyarak desteklediği hiçbir yayın organının soykırım konusundaki tavrını yine sorgulamayacak. Boris Vian yine kırkına gelmeden ölecek; Pekin’de yine sonbahar!