Vira Asya! Vira Avrasya!
Atlantik’e dökülenleri görmediniz mi?
Hani şu kendi hayalleriyle dans edenler vardı ya
Saray savaşı salonlarında sallana sallana.
Dolunaylı gecelerde akvaryum balıkları gibi,
Nasıl da süzülüp gittiler karanlık sulara.
Hava dönüp deniz dipten patlayınca,
Hani şu kendi öz halkına sırt çevirenler vardı ya,
Nasıl da gömülüp gittiler karanlık sulara,
Gemi esaretten çıkıp özgürlük rotasına yatınca!
Dinlemez hain biniciyi, soylu at nasıl parlarsa,
Attı gemini, kopardı dizginini, şahlandı arşa...
Gövde azgın sularla boğuşa boğuşa ileri atılınca,
Atlantik’e dökülenleri görmediniz mi?
Hani şu güvertede ağlayıp sızlananlar vardı ya.
Yetiş ya Batı, diye katillere yalvara yakara,
Sazanlar gibi dizildiler çaparisine Çapanoğlu’nun.
Can’dan değil, Coni’den medet umanlar...
Konforlu mevki şarlatanları, hokkabazlar hele,
Düşünce denize nasıl da yılana sarıldılar.
Batarken bile sövüyorlardı gemiye, yelkene, yele.
Ele geçirdi dümeni damarlardaki asi kan,
Gençliğe Hitabe emirleri, kıtalara hitap ediyor.
Ayaklandı maddi gerçeğin Türkiye tayfası,
Ferhat nasıl alırsa Şirin’i kollarına haykıra haykıra.
İskele alabanda, hey babam, vira özgürlük, vira!
Tarih döndü, talih Asya’dan yana, rüzgar pupada,
Pruva dalıp çıkıyor yüzyılın dalgalarına...
Ayakta uyuyanlar, düş görenler savruluyor.
Akılları tutulup gerçeğe tutunamayanlar vardı ya,
Kayırırken şeytanları, darbe sırtlanlarını,
Döküldüler Atlantik’in kılıç balıkları arasına.
Gemi yatırınca gövdesini gündoğusuna,
Zorlanıyor kaslar, gıcırdıyor eklemleri, kemikleri.
Atlantik’e dökülenleri görmediniz mi?
Yok olup gidecek fırtınada dincisi de, kincisi de,
Çökecek dibe Batı solcusu, NATO yolcusu.
Nasıl da karıştı sıcak hayalleri buzlu sulara.
Çakan şimşekler arasında gemi soylu bir at gibi,
Hamle yapıyor köpük içinde gün doğusuna,
Görev başında bilimcisi, sanatçısı, demircisi...
Velhasıl kara göründü, Vira Asya, vira Avrasya!
Makine dairesinde Mustafa Kemal’in askerleri var,
Dümende Mustafa Kemal’in ta kendisi!