Von Sadriştaynlar
İki hikaye var. Birincisi Tanzimat’la başlar, Prens Sabahattin’le ve Serbest Fırka’yla sürer, Atatürk sonrası dönemin büyük bölümüyle 2014’e kadar gelir. Son bölümü “Küçük Amerika” süreci olarak biliyoruz.
İkincisi, daha doğrusu bizim hikayemiz, Namık Kemallerle Jön Türklerle başlar, Mithat Paşa ve Birinci Meşrutiyet’le, İttihat Terakki ve İkinci Meşrutiyet’le sürer, nihayet 23 Nisan 1920 Devrimi’yle taçlanır. Sonra kesintiye uğrar. Uzun bir aranın ardından 2014’te tekrar başlar. Bu başlangıçta Vatan Partisi belirleyici roldedir.
'MODERNLEŞME'NİN TÜRKÇESİ
Birincisine “Modernleşme”, Türkçesi “Batılılaşma” diyorlar.
İkincisi ise bir ayağa kalkmadır. Sömürgeci Batı’ya karşı ayağa kalkan fedailerin hikayesi. Bir tür aslına dönme de diyebiliriz. Asıldır, çünkü diğeri gibi yarım kalmayacak tamamlanacaktır, tarihin akışına uygun olandır. Kesintilere uğramış olabilir. Ama uzun dönemli bakmalı. İki yüz yıl gibi mesela.
BİZİM HİKAYEMİZİN ZİRVESİ: KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİDİR
Hikayemizin zirvesinde Atatürk oturuyor. Çok da güzel özetlemiş: “Köylü milletin efendisidir”… Hem önderlik ettiği devrimin karakterini, dayandığı temel sınıfı, hem de sonrasında izlenecek rotayı üç sözcükle özetlemiş. İlk işi de aşarı kaldırmak ve feodal zincirleri kırarak köylüyü özgürleştirmek olmuş. Dersim bu süreçte Tunceli oldu.
Başka bir öge daha var bu sözcüklerde. Saygıyla andığımız Amiralimiz Soner Polat’ın deyişiyle jeopolitik gereklilik. Zaten bu programı tamamlayan stratejiyi de bırakmış bize Atatürk. Vasiyeti, “Sovyetler Birliği’yle dostluğu bozmayın” olmuş. “Asyai bir milletiz” de demiş.
BATI’NIN KİBRİ, ASYA’NIN DEĞER BİLİRLİĞİ
Hangi hikayenin insanı olduğunuz, davranışlarınızı da belirliyor. Karşı tarafta halkını küçümseyen Batı’dan ithal bir kibir, bizim tarafta ise Atatürk’ün yüzündeki ifade var. O ifadede pek çok şey görebilirsiniz. Ben bir öğrenme açlığı görüyorum. Yoksulun içindeki devrimci enerjiden öğrenmenin açlığı.
Karşı tarafta Hasan Âli Yücel’in İsmail Hakkı Tonguç’un ve Köy Enstitüleri’nin tasfiye edilmeleri, Marshall yardımı, “Küçük Amerika” sözünün mucidi Nihat Erimler bulunuyor. En önemlisi ise Atatürk ölür ölmez, kapağı Batı kampına atmak. En önemlisi, çünkü ülkenizi hangi safa koyuyorsanız kalan politikalar bu strateji doğrultusunda o safta yürüyor. Dikkat buyurun, hepsi de daha Demokrat Parti ortada yokken oluyor. Eskiden bu olanlara “Devrimin taşlaşması” derdik. Yanlış değil ama biraz hafif kalıyor sanırım.
Karşı tarafta Namık Kemal için Fetö’cülerin atalarının uydurduğu hayasız fıkralar bulunur. Tıpkı “Zeytinyağlı yiyemem aman” türküsü gibi. Bizim tarafta ise o büyük fedai, Vatan Şairi’dir. Cumhuriyet Devrimi’nin temellerini atanlardandır.
GÜNÜMÜZ MARKS’I: 'DEVLETLER BAĞIMSIZLIK İSTİYOR'
1940’larda bir Batı klasiklerini Türkçeye çevirme furyası var. Tek başına masum ve gerekli gibi görünüyor. Ama Namık Kemal, Ömer Seyfettin aynı süreçte önemsizleştirildi. Kimliğimiz böyle böyle dönüştürüldü. 1960-70’lerde milyonlar Marks ve Engels’i tanıdı. O da çok sorunlu. “Çağımızın temel çelişmesi ezen uluslarla ezilen uluslar arasındadır” diyen Lenin’den ve “Devletler bağımsızlık, milletler kurtuluş, halklar devrim istiyor” diyen Mao’dan, emperyalizm çağından kopararak anlattılar bu iki büyük adamı. En kritiği de Atatürk’ün ve bayrağımızın tam karşısına koydular. Çarpık bir “sol” çıktı. Halkına yabancı, kaba sabalığı “köylülük” diye adlandıran, devrim için o ülkeye, olmadı öbürüne avuç açan bir “sol”.
İBRAHİM KALIN’IN SÖZLERİ
Gelelim bulunduğumuz yere, 2014 sonrasına. Taşlar yerinden oynadı, Türkiye Avrasya rotasına girdi. ABD’ye meydan okuyan, en merkezi planlarını bozan bir Türkiye var artık.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, bu son altı yılı “Bize yüz elli yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikâyeleri anlatıldı. Artık kendi hikâyemizi yazma zamanıdır” diyerek özetledi. Tam da İstanbul Sözleşmesi denen AB cenderesi reddedilirken…
Kalın’ın sözlerine eleştiri, en olmayacak yerden, Aydınlık’tan geldi. Ferhan Bayır, Oryantalizm’den “muhafazakarlığa” uzanan bir yazı yazdı. Onur Sinan Güzaltan da “İbrahim Kalın’ın masalları” başlığıyla Kalın’ı eleştirdi.
Değerli yazar Onur Caymaz ise, konunun tartışıldığı bir Vatan Partisi Whatsapp grubunda “Ne zaman bu ‘modernleşme’ lafını duysam ürperiyorum” diyerek konumladı kendisini. Evet ürpeririz. Hemen aklımıza 1910’lar İstanbul’unda geceleri sokaklardan ceset toplayan belediye görevlileri gelir. Ömer Seyfettin anlatır. İnsanlar açlıktan ölür, istifçilik karaborsacılık kol gezmektedir. Tıpkı şimdinin faizcisi vurguncusu gibidirler. Hüküm süren Von Sadriştayn düzenidir.
“Modernleşme” namı diğer “Batılılaşma”, önü sonu budur.
Şimdi uzun bir aranın ardından, yeniden Sadri oluyoruz.