Vurun eleştirmenlere

Geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan Tunca Arslan’ın “Eleştirmenleri Vurun-Sinemanın Lanetlileri” kitabından yola çıkarak, ben de; Halide Edip Adıvar’ın ilki 1949’da Ömer Lütfi Akad tarafından sinemaya aktarılan Vurun Kahpeye eserine bir gönderme yaparak, son yıllarda kimi film adlarından esinlenerek oluşturulan kitap-dergi-site modasına bir katkı yapma gereğini duydum. Her ne kadar ele aldığımız konular, adına gönderme yaptığımız filmlerin içeriği ile doğrudan doğruya bir benzerlik taşıma iddiasını taşımıyorsa da, en azından adlarıyla bir noktada örtüşebiliyorlar. Amacımız da bu zaten

ELEŞTİRMENLİK ZOR

Eleştirmenlik kolay bir meslek değil... Hele hele bu kurumu tümüyle yadsıyan, neredeyse onun gereksizliği üzerinde hem fikir olan, kendisine aydın, köşe yazarı, yönetmen, yapımcı, gazete yöneticisi vs diyen bir coğrafyada. Bu zorluk; eleştirmenlik kurumunun mesleki zorluğundan değil de, aksine, bu alanda kalem oynatanların, kendi çıkarları ile ters düşmesinden dolayı, kişilikleriyle oynayarak kişilik kazanmak isteyenlerin hedefi olmaktan kaynaklanıyor. Hedef tahtasında olan eleştirmenlere atılan okların ucunda ise, kırgınlık, kızgınlık, biraz küstahlıkla, çıkarlarının engellenip, kimi bilgisizlikle beceriksizliklerinin açığa çıkarılmasındaki bir telaşın da olduğunu söylemeye sanırım gerek yok... Evet eleştirmenlik zor, hele hele bu ülkede... Bir filmi övgülerle sarmaladığınızda yazdığınız yazılar sinema vitrinlerinde, adınız ise gazetelerde ilgili filmin ilanlarında günler boyu yer alıp onun reklamlarının itici bir gücü olur. Aksi olduğunda ise, seyreyle gürültüyü... Tehditler, küfürler, bu alanı tümüyle hiçe sayıp aşağılamalar, yerden yere vurmalar vs...
Bu meslekte neler çektik be kardeşim diye... söze başlanıldığından neler çıkmaz ortaya, ya da bu kızgınlıklar ve de tehditler kazanının içinde kimler yoktur ki.. Yönetmenler, oyuncular, yapımcılar, yazarlar, aydınlar, bazen inanamayacaksınız ama onlarla birlik olup üzerinize saldırmaktan asla tereddüt etmeyip, meslek dayanışmasını ve de etiğini hiçe sayan kimi eleştirmenler, yani meslektaşlarınız...

BEN DE NASİBİMİ ALDIM

Ben de, tüm meslektaşları gibi bunlardan nasibime düşeni fazlasıyla aldım. Örneğin; filmini eleştirdiğim için, sıkıyönetimin insan avına çıktığı günlerde beni “azılı bir komünist” olarak tanımlayıp, “niye ona yazdırıyorsunuz” ya da “onu niye içeri tıkmıyorsunuz” diye, hem Milliyet Gazetesi’nin genel Yayın Müdürü olan Rahmetli Abdi İpekçi’ye, hem de sıkıyönetim komutanlarına jurnalleyen ünlü yönetmenden, Hababam Sınıfı’nın yazarı Rıfat Ilgaz’ın “İnek Şaban senin...” diye başlayan telgrafına, sabah sabah yarım şişe viskiyi silah zoru ile içeren bir yapımcıdan, beni Burçak Evren’in, şirketlerden fotoğraf isteyen asistanı olduğumu sanıp da “tüm sülalemi elden geçiren” ithalatçıya kadar neler, neler yaşanmadı ki...
Tunca Arslan’ın yeni çıkan “Eleştirmenleri Vurun! Sinemanın Lanetlileri” kitabında bundan daha da fazlası, daha ilginç olanları da var. Kitap bir bakıma “sinemanın lanetlilerinin” bir antolojisi, resmi tarihe çelme takmaktan keyif alan bir gayr-ı resmi tarihi gibi... İnanın kitapta yer alan her şey aynı ile vaki... Laf gelişi değil, gerçekten bir solukta okunarak tükenen değil, çoğalan bir kitap...
Kısacası; ister “eleştirmenleri vuran”, ister “yaşatan “ tarafta yer alın, hiç fark etmez... Kitapta her iki tarafın da hoşuna gidip keyif alacağı yerler var. Ama mutlaka okuduktan sonra karar verin: Ya sinemanın “bu lanetlilerini vurun” ya da vuranların ve de bundan böyle vurmak isteyenlerin safında yer alın, ya da onları okumaya ve izlemeye devam edin...
Benden söylemesi, inanın eleştirmenlerden sizlere hiç, ama hiç zarar gelmez...
Ama karar, yine de sizin...