Wall Street korsanlarının küresel finans silahı: Dolar emperyalizmi

ABD dünyayı dolarla soydu.

Çin ise onu ucuz işgücü ile uyuşturdu.

Dünyayı yönettiği Olimpos dağında giderek yalnızlaşan Sam Amca, son günlerde hezeyanlar yaşıyor.

“Nasıl bana boyun eğmezsiniz” diye kızarak gazap şimşeklerini dört bir yana gönderiyor.

O şimşeklerin önemli bir kısmı bugünlerde Türkiye’ye yöneliyor.

Reza Zarrab olayı CHP’ye göre büyük bir yolsuzluk, AKP’ye göre ise büyük bir ihanet.

ABD’ye göre ise Türk ekonomisine diz çöktürüp siyasi emellerini gerçekleştirmek için kullanacağı bir manivela.

Çünkü davanın sonucunda Türk bankalarını milyarlarca dolarlık cezanın beklediği söyleniyor.

ABD’nin 2008’den beri, tek taraflı ambargolarını delen bankalara uyguladığı ceza miktarı 12 milyar dolar.

Bunlardan en büyük payı alan 8,9 milyar dolar cezayla Fransız BNP Paribas oldu. İngiliz HSBC ile Standard Chartered ve Hollandalı ING de ABD’nin yaptırımlarını delmekten ceza alan diğer bankalar oldu.

İran’ın 12 milyar dolarına da resmen el koydu, yani çaldı.

ABD, Sudan, İran, Kuzey Kore ve Küba gibi ülkelere uygulanan yaptırımların ihlali veya bankacılık faaliyetlerinde usulsüzlük yapıldığını tespit ederse bankalara ceza kesiyor ve cezanın ödenmemesi durumunda ise kurumları uluslararası finans piyasalarına erişimlerini kesmekle tehdit ediyor. Şu ana kadar kesilen en büyük 5 cezanın 3'ü ABD kökenli bankalardan oluşuyor. Toplam ceza miktarı yaklaşık 55 milyar dolara ulaştı. (kaynak: Özcan Kadıoğlu-Dünya Gazetesi)

ABD YAPTIRIMLARININ HUKUKİ BOYUTU

Ancak şunu da belirtmeliyim ki, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler’in İran ambargosunu delmesi diye bir şey söz konusu değil. Çünkü İran’a 1979’dan beri uygulanan askeri ve ekonomik ambargolar, ağırlıklı olarak BM’nin değil, ABD’nin imzasını taşıyor.

İran’ın nükleer programı yüzünden BM Güvenlik Konseyi’nin 4 ayrı kararıyla uygulanan ambargo, 2006 - 2015 yılları arasında geçerli idi.

2015’te varılan nükleer anlaşma ile birlikte BM, ABD ve AB ambargoları kaldırdı.

Bu tarihten sonra ABD’nin kendi uyguladığı keyfi yaptırımlar var.

İşin uluslararası hukuki boyutu çok muğlak.

Çünkü BM tarafından alınan yaptırım kararlarıyla, ABD’nin İran ambargosunu deldiği için uyguladığı cezalar arasında pek bir bağlantı da yok.

BM kararları silah ve nükleer programa ilişkin ticareti yasaklıyor.

ABD ise İran’ı ‘terörist devlet’ olarak niteleyip tüm bir ekonomiyi hedef alıyor.

Türkiye’nin New York’ta İran’a yaptırımları delmekle suçlandığı davada, ABD’nin yaptırım gücü BM’den değil, Wall Street merkezli dolara dayalı küresel bankacılık sisteminden kaynaklanıyor.

Dünyayı dolar silahıyla çekip çeviren bankacılık sisteminin emrindeki ABD mahkemeleri aslında gücünü hukuktan filan değil, Wall Street bankacılık sisteminden alıyor.

Çünkü ceza kesilen banka bu parayı ödemezse, ABD’deki bankacılık lisansı iptal ediliyor, dolar cinsinden SWİFT transferleri engelleniyor ve merkezi Londra ve New York’ta bulunan uluslararası finans piyasalarına erişimi kesiliyor.

ABD, tüm dünyadaki dolar transferlerini görmek ve gerektiğinde müdahale etme avantajına sahip.

3 Şubat 2011 tarihli Vatan gazetesinden Ufuk Şanlı’nın haberini aktarıyorum:

“Amerikan Hazine Bakanlığı’nın İran’ın nükleer füze programına destek sağladığı gerekçesiyle iki Türk ile üç Türk şirketini kara listeye almasına ilişkin tartışmalar sürerken, Amerikalılar’ın Türk bankalarını çok yakından izlediği, Ankara’da yaşanan tuhaf bir olayla gün yüzüne çıktı.

Skandal, Amerikalılar’ın iki Türk bankası arasındaki para transferini bloke etmesiyle ortaya çıktı. Edinilen bilgilere göre, İstanbul’daki bir Türk bankasından Ankara’daki bir başka bankaya ciddi miktarda döviz transfer edildi. Döviz transferi yapılan banka şubesinin adresi Ankara’daki Tahran Caddesi olunca işler karıştı. ABD Hazine Bakanlığı İran’a ciddi döviz transferi yapıldığını görünce alarma geçti.

BİZİM TAHRAN ŞUBEMİZ YOK Kİ...

Havale yapılan kişinin Tahran’da yaşadığını düşünen Amerikalılar işlemi bloke ettirdi. Hemen ardından da paranın transfer edildiği bankanın yetkililerinden bilgi istediler.

SWIFT kullanılarak gerçekleşen para transferinin ardından, paranın transfer edildiği bankanın genel müdürlüğüne telefon açan Amerikalılar, “Tahran’a sizin üzerinizden para aktarılmasına neden müsaade ediyorsunuz? Uluslararası yaptırımları delmeye çalıştığınızın farkında değil misiniz?” diyerek hesap sormaya kalktı.

Banka yetkilileri ise Tahran’da şubeleri olmadığını, söz konusu alıcının Ankara’daki Tahran Caddesi’nde ikamet ettiğini anlatınca Amerikalılar bir yanlış yaptıklarını anladılar ve işlem üzerindeki blokajı kaldırdılar.

Bu olay Amerikalılar’ın Türk bankalarının para hareketlerini de yakından izlediğini ortaya çıkarırken, uluslararası para trafiğinde önemli bir yere sahip olan SWIFT’in de güvenilirliğini de tartışmaya açtı. Amerikan istihbarat birimlerinin ‘terörle mücadele’ gerekçesiyle dünya üzerindeki para hareketlerini yakın izlemeye aldığı 2006 yılında ortaya çıkmıştı.

BÜYÜK BİRADER 11 EYLÜL'DEN SONRA SİSTEME SIZDI

11 Eylül 2001’deki terör saldırılarının ardından ABD Başkanı Bush’un onayıyla devreye giren gizli bir program kapsamında El Kaide bağlantılı para transferlerinin tespit edilebilmesi gerekçesiyle SWIFT şirketinden kişisel bilgiler CIA tarafından istendi. SWIFT Belçikalı bir şirketti ancak şirketin veri bankasının ABD topraklarında olması, şirketin bu gizli bilgi paylaşımına ikna edilmesinde ABD’nin elini güçlendirdi... Dünyanın önde gelen banka ve finansal kuruluşları arasındaki para transferine aracılık eden SWIFT, 200 ülkedeki 7200 kuruma hizmet veriyor.”

İşte meselenin özü burada yatıyor. SWIFT denen sistem ABD’nin kontrolünde ve o istemedikçe bir yerden bir yere para göndermeniz mümkün değil. Yani asıl yaptırım gücü BM’de değil, bu sistemde bulunuyor.

KİTLE İMHA SİLAHI OLARAK DOLARIN DOĞUŞU VE KULLANIMI

İşin biraz evveliyatına inelim. Amerikan doları 1. Dünya savaşında küresel bir rezerv para birimi olmaktan çok uzaktı. Birinci dünya savaşı sonunda 1918’de, ABD galip ülke olan İngiltere’den savaş borçlarını geri ödemesini istedi. İngiltere de dönüp bunu yenik ülke olan Almanya’dan savaş tazminatı olarak istedi. “Süper Emperyalizm” isimli kitabın yazarı Profesör Michael Hudson, bu durumun Almanya’nın ekonomik olarak çöküşüne yol açtığını ve borçlarını ödeyemeyen Almanya’nın vergileri artırıp, harcamaları kısması sonucu (Austerity: Kemer Sıkma Politikası) büyük bir krizin patladığını anlatıyor.

Reischbank yani Alman merkez bankasının aşırı para basması sonucu hiperenflasyon ortaya çıkıyor. Faizler yükselip, borçlar ödenemez hale geliyor. Almanya’da belediyeler de tahvil çıkarıp borçlanmaya başlıyor. Bu sarmaldan çekinen Amerikan merkez bankası faiz oranlarını düşürüp önlem almaya çalışıyor. Ama bu, Wall Street timsahlarını daha çok Alman tahvili almaya ve yatırımlarını İngiltere’de tutmaya yöneltiyor. Bu da ABD’de kemer sıkma politikalarına, düşük faiz kolay kredi sarmalına ve sosyal patlamalar sonucu 1926 büyük grevine yol açıyor. Önce bir emlak balonu oluşuyor, ardından bu borsaya sıçrıyor ve 1939’da patlak veren 2. Dünya Savaşı’na değin sürecek büyük buhran ortaya çıkıyor.

Birinci Dünya Savaşı sonunda batan Almanya, krizi ABD’ye göndermişti.

2.Dünya Savaşı sonrası, galipler arasında başta gelen ABD, kıtasında hiç yıkım görmemiş bir dev ülke olarak liderliği ele aldı. Amerikalılar, birinci dünya savaşında düştükleri hatayı tekrarlamadılar. Kimseden savaş tazminatı istemediler. Onun yerine küresel finans sistemini kendi tekellerine alacak şekilde oluşturdular. Öyle ya, borç alacak ilişkisi yerine dolar basmak çok daha kazançlıydı.

Bretton Woods sistemi olarak da bilinen bu yeni düzende, doların altın karşılığı olması ve tüm küresel bankacılık sisteminin ABD merkezli olması tasarlandı. IMF ve Dünya Bankası da bunun için kuruldu. Hatta BM de.

Dünyanın geri kalanı, “hmm ne de olsa dolar altın karşılığı. Yani istediği gibi basıp harcayamaz” dedi ve biraz gönülsüz de olsa bu düzene boyun eğdi.

Bir ons altın 35 dolar olarak sabitlenmişti.

1940’ların sonunda dünyadaki merkez bankaları altınlarının yüzde 75’i ABD topraklarına gönderilmişti bile.

Prof.Michael Hudson, Kore Savaşı’nın askeri harcamalarda büyük bir yük yarattığını ve ABD’nin kamu bütçe ve ödemeler dengesinin (ancak özel sektörün değil) 1950’lerden itibaren bozulmaya başladığını belirtiyor.

Altın karşılığı dolar sistemini sürdürmek zor geliyordu.

1951-1971 arası Kore ve Vietnam savaşlarıyla birlikte ABD altın-dolar karşılığını yürütemez hale geldi ve 1971’de Nixon doları altın karşılığı olmaktan çıkaran kanunu imzaladı ve dolar bundan sonra devlet tahvili karşılığı basılmaya başlandı.

Bazıları bunu bir yenilgi gibi gördü ama aslında olan şey, ABD’nin bu işten büyük kazanç sağlamaya başlamasıydı.

Amerikan hükümeti doların rezerv para olmayı sürdürmesi ve altına karşılık gelmemesi sayesinde istediği kadar tahvil ve dolar basıp, tüm diğer merkez bankalarına bunları satmaya başladı.

Avrupa’daki gelişmişler de dahil tüm ülkeler artık bütçe ve ticari fazlalarını Amerikan bütçe açığını kapatmakta kullanıyordu.

Dış ticaret ve iç piyasaları için dolar talep ediyorlardı.

Oysa dolar tam bir kağıttan kaplandı.

Prof. Michael Hudson, çok satan “Süper Emperyalizm” kitabında yazdıklarını, davetli olarak çağrıldığı Beyaz Saray, Pentagon ve Hudson Enstitüsü’nde de ilgililere anlattığını söylüyor.

Yani bunları söyleyen kökten muhalif bir “komplo teorisyeni” filan değil.

1971’de ABD tahıl fiyatlarını dört katına çıkarınca, petrol üreticisi ülkeler de petrol fiyatlarını dörde katladı. ABD için bu bir sorun değildi. Nasıl olsa petrolü dolarla alıyordu. Prof. Hudson,Beyaz Saray’daki toplantıda yetkililerin kendisine bu konuyla ilgili olarak şunları söylediğini anlatıyor: “Petrolü ne kadar pahalı sattıkları bizim için önemli değildi. Bizim kırmızı çizgimiz, yani savaş sebebi olacak şey, petrolün dolardan başka bir kurla satışı ve paraların ABD’deki dolar hesaplarında tutulmamasıydı”

TEK BAŞINA KURTULUŞ YOK

ABD’nin işgal, darbe ve savaş harcamalarını kolaylıkla finanse ettiği bu saadet günleri, 2008 yapısal finansal ekonomik krizi ve 2009’daki Şanghay İşbirliği Örgütü toplantısıyla sonbaharını yaşamaya başladı.

Prof. Hudson, Obama döneminde ABD’nin Avrasya’ya yanıtının, Bretton Woods sistemini tamamıyla ABD/NATO kontrolüne devretmesi olduğunu vurguluyor.

Yani zaten altın karşılığı olmaktan çıkarak tüm dünyayı soyan bir sistem, giderek daha haşinleşip ve yolsuzlaşıyordu.

AMA YİNE DE ABD PARASAL EMPERYALİST SİSTEMİ HALA GEÇERLİ

Çünkü Avrupa ve Asya merkez bankaları hala bir ikilemle yüzyüze. Eğer dolar varlıklarına yatırım yapmazlar ise kurları dolara karşı yükselecek. ABD hazine tahvilleri almak kurlarını sabitlemenin tek pratik yolu. Ancak böyle yaparak, ihraç ürün fiyatlarının dolar cinsinden yüksek olmasının önüne geçebiliyorlar.

Bretton Woods sistemini NATO emrine veren ABD, bunu sadece İran ve Küba’ya değil, Rusya ve Çin’e karşı da bir silah olarak kullanmaya çalıştı.

90 sonrası başlayan çılgın ve acımasız neoliberal dönemin sonunda, ‘Batılı özel şirketlerin. yasa ve yönetmelik değişiklikleri yüzünden uğradıkları zararın muhatap ülke hükümetlerinden tazmininin talep edilmesi’ küstahlığını dahi IMF ve BM yasalarının içine sokabildiler.

Ancak burada büyük bir hata yaptılar.

Soğuk Savaş döneminin aksine bu kez işbirliği yapan Çin ve Rusya tarihin en büyük Anti-Emperyalist kamplaşmalarından birini başlattı. BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) ile tüm “güneyi”, ŞİÖ ile tüm “doğuyu” ABD’nin tekelci tavırlarına karşı örgütledi. Bunun son aşaması da Çin’in devasa “Yol ve Kuşak” girişimi oldu.

Doların hegemonyasına ise enerji ve altyapı yatırımları bazlı ikili ticaret ilişkileriyle ve bölgesel bankacılık girişimleriyle yanıt verdi.

Prof. Hudson, bunu şöyle ifade ediyor: “2. Dünya savaşının sonundan beri ABD dolar standardı ve IMF-Dünya Bankaları’ndaki dominant rolünü kullanarak, ticaret ve yatırımları çıkarına göre istediği gibi yönetti. Ancak şimdi Çin’in karma ekonomi programıyla büyüyerek herkesi geçmesi ve Rusya’nın da nihayet toparlanmasıyla, ülkelerin Asya Altyapı Yatırım Bankası ve diğer ABD etkisinde olmayan ortak finans kurumlarından yararlanarak gelişmesinin önünde bir engel kalmadı. Ayrıca Almanya başta olmak üzere Batı Avrupa ülkeleri de artık ABD baskı ve çıkarları doğrultusunda Rusya,İran ve diğer ülkelerle ticaret yapmamayı daha fazla sürdüremez.”

ABD hegemonyasının tehdidi altındaki ülkelere artıkTürkiye de katıldı. ABD’de görülen dava, 15 Temmuz NATO/FETÖ darbe girişiminin bir devamıdır. Şimdi yapılmak istenen dolar darbesidir.

Türkiye buna boyun eğemez.

Çin ve Rusya’nın kendi para birimleriyle ticaret yapması, altın bazlı bir yeni para birimi oluşturulması ve karşılıklı mal ve hizmetlerle barter türü ticaret yapılması da dahil her seçeneği masaya yatırmanın zamanı geldi.

ABD’nin küresel liderlik projeksiyonu bugün artık, dolar bazlı finans ve ticaret sistemini, askeri kompleksiyle destekleyerek, isteklerini kabaca dikte ettirmeye dönüştü.

İşte burada uzun uzun anlattığımız Wall Street sistemi, her tür ahlaksızca yöntemle, insanı ve kamusal alanı ezip, zenginlerin insafsız karlarını maksimize etmeye dönük, gelecek düşmanı bir çıkmaz sokak, bir an önce terk etmemiz gereken Yeni Ortaçağ engizisyonu olarak tarihin utanç sayfalarında kalmalıdır.

Bu ‘faşizme direnme döneminde’, Çin, Rusya, İran, Azerbaycan, tüm Batı Asya ve Avrasya ülkeleriyle dayanışma olmalı.

Bunu da ancak yeni insanı ve yeni dünyayı tasavvur edebilen, kirli NATO geçmişi ve bağlantısı olmayan, her türlü sömürüyü reddeden ve Atatürk’te birleşen bir milli hükümet seçeneği yapabilir.