Xi Jinping yeni Wilson mı?

Hiçbir ABD Başkanı, dış politikayı Woodrow Wilson kadar derinden etkilemedi. Wilson'ın prensipleri, bir asır boyunca ABD'nin küresel jandarmalığının da ideolojik zeminiydi.

Dünyadaki en iyi yönetim sisteminin kendilerinde olduğuna o kadar inanmıştı ki; onun için "İnsanlığın geri kalan bölümü, ancak geleneksel diplomasiyi terk edip ABD'nin uluslararası hukuk ve demokrasiye olan saygısını kabul ederse, barış ve refaha kavuşabilirdi."

Wilson, küresel müdahaleciliğine ilahi de bir hava kattı. Demokrasi, özgürlük ve insan hakları ilk kez onun elinde gerçek bir silah halini aldı. Günün sonunda o kadar ileri gitti ki; "Bu devleti insanları özgür yapmak için kurduk; bu düşüncemizi ve niyetimizi yalnızca Amerika'ya ayırmadık. Şimdi insanları özgürlüğüne kavuşturacağız. Bunu başaramazsak, Amerika'nın bütün ünü kaybolur ve bütün gücü dağılır" diyordu.

Uluslararası sistemin güç dengesine değil etnik self-determinasyon prensibine dayandırılmasını isteyen Wilson, devletlerin güvenliklerinin ise askeri anlaşmalarla değil ortak güvenlik sistemiyle sağlanmasını istiyordu.[1] Bunun içinse en büyük projesi Milletler Cemiyeti oldu.

ABD DIŞ POLİTİKASINDA ULUSLARARASI ANLAŞMALAR

Aslında ABD için Milletler Cemiyet de, Briand-Kellogg Paktı da, Birleşmiş Milletler Anlaşması ve Helsinki Nihai Senedi de yalnızca Amerikan değerlerinin hayata geçirilmesi için vardı. Wilson'dan sonra gelen liderler de, her küresel kırılmanın ardından yeni bir uluslararası anlaşma arayışındaydı.

Çünkü esasında bu anlaşmalar, Ezop masallarındaki kurt ile kuzunun ateşkesinden başka bir şey değildi. Kurtların ve kuzuların silahsızlanma konusunda nasıl anlaştıkları, koyunların bir iyi niyet gösterisi olarak çoban köpeklerini uzaklaştırması ve sonuçta kurtlar tarafından yenilmeleri, ABD Dışişleri'nin en iyi bildiği hikayelerdendir.

Tabi bu anlaşmalar hiçbir şekilde ABD'yi bağlayamazdı. Nitekim nasıl İtalya Habeşistan’ı, Japonya da Mançurya’yı işgal ederken Milletler Cemiyeti sessiz kaldıysa, ABD Vietnam ve Irak'a girerken de BM aynısı yaptı.

Zaten ABD, kendisini bağlayıcı tüm kararlara karşı veto hakkını da büyük bir keyifle kullandı. William Blum'un Haydut Devlet adlı kitabında verilen bilgiye göre; ABD'nin sadece 1984-1987 yılları arasında, tek başına ret oyu kullandığı BM Genel Kurul kararı sayısı 150'yi buluyor.[3]

KÜRESELLEŞMENİN ARAÇLARI

Gerçekten de küreselleşmenin ivme kazanmasında IMF, Dünya Bankası, GATT ve OECD gibi kurumların önemi büyüktür.

Örneğin gümrük tarifeleri ve kotaları kaldırarak uluslararası ticareti evrensel boyutlarda ilk serbestleştiren GATT olmuştu. Başka ülkelerin ekonomilerini dizayn etmenin en etkili aracıysa IMF idi. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları bir anda itibarınızı sıfırlayabilirdi. Kurallara uymayanlarsa NATO'nun sopasına boyun eğerdi.

Bizzat eski BM Genel Sekreteri Butros Gali, 'Cilasız: Bir ABD-BM Destanı' isimli kitabında, Birleşmiş Milletler'in nasıl ABD’nin özel mülkü haline geldiğini anlatıyor. Financial Times, "Dünya Ticaret Örgütü'nün kararları sadece uluslararası ticarette monopolleşmiş çokuluslu şirketlerin çıkarlarına uygun gündemi yaratmayı hedefliyor" diye yazıyor. Economist ise, “IMF ve Dünya Bankası'nın, Batı'nın, özellikle de Amerikan dış politikasının açık temsilcisi haline geldiğini” itiraf ediyor.

BİR ÖRNEK: KREDİ DERECELENDİRME KURULUŞLARI

Bugün dünya üzerinde 70'in üzerinde kredi derecelendirme kuruluşu olmasına karşın yalnızca 10 tanesi uluslararası boyut taşıyor. ABD'nin tekel olmasında şüphesiz dünya tahvil piyasasının yüzde 50'sine sahip olması en önemli etken. İşte bu nedenle olsa gerek, dünya kredi derecelendirme piyasasının yüzde 90'ı üç ABD kökenli kurum olan Standard&Poor's, Moody's ve Fitch tarafından kontrol ediliyor.

1997 Asya, 1998 Rusya ve 2008 ABD krizlerini öngöremeyen bu kredi derecelendirme kuruluşları, her ne hikmetse piyasalar üzerindeki etkisini bir şekilde sürdürüyor. Onları artık kimse takmıyor demeyin, bakın araştırmalar ne diyor:

"2012-2016 yılları arasında dünyanın üç büyük derecelendirme kuruluşu olan S&P, Moody’s ve Fitch’in Türkiye için yapmış oldukları not açıklamaları analiz konusu edildi. Yapılan analizde derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’ye vermiş oldukları notların borsada seçili 6 endeks üzerindeki etkisi incelendi. Sonuçta ne mi çıktı: Türkiye’ye yönelik açıklamaların seçili altı endeks üzerinde yaklaşık olarak yarı yarıya bir etkiye yol açtığı..."[4]

GELELİM SADEDE...

Buraya kadar pek de bilinmeyen bir şey yok aslında. Fakat güncel sorular şunlar:

* Küresel liderliğin el değiştirmesiyle birlikte bu uluslararası kuruluşlar ne olacak?

* Alternatif uluslararası kuruluşlar oluşursa küresel bazda ortak doğru nasıl bulunacak?

* Her fırsatta 'ortak güvenlik' ve 'uluslararası sistem' vurgusu yapan Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, yeni Wilson mı olacak?

Bu ve benzeri sorular elbette çoğaltılabilir, derinleştirilebilir ve yıllarca tartışılabilir.

Fakat her şeyden önce Xi Jinping ile Woodrow Wilson arasına bir çizgi çekmek gerekir. En azından dünyaya bakış açılarında çok temel bir fark bulunuyor. Dünyaya özgürlük götürmek isteyen Wilson'ın aksine Xi Jinping, amaçlarını şöyle açıklıyor:

"Ayakkabının ayağa uyup uymadığını ancak onu giyen bilir. Bir ülkenin seçtiği gelişme yolunun o ülkeye uygun olup olmadığına da ancak o ülkenin halkı karar verebilir."[5]

Kanımca Xi, çağımızın ender görünen bilge liderlerinden biri. Küresel barışı, ortak çıkarları, eşit ve adil düzeni samimiyetle savunuyor. Ama burada Xi'nin duygu ve düşüncelerinden daha önemli bir şey var: Çin ekonomisi, istikrar ve barış zemininde dünyayla paylaşarak büyüyor. Finansal krizlere değil üretimdeki gücüne, maliyetlerine ve son yıllarda giderek artan kalitesine güveniyor. Hatta Adnan Akfırat'ın aktardığı gibi, kendisi bir süper devlet olursa, bütün dünyayla birlikte onu devirmeye çalışacak tarihsel ve ideolojik birikimine yaslanıyor.[6] Kervanı yolda düzmek ise, hiç Çinlilere göre değil...

ÇİN YENİ DÜNYADA NASIL YER ALACAK

Peki Çin, bu uluslararası sistemlerde nasıl yer alacak? Yakın zamanda Dünya Sağlık Örgütü üzerine yürüyen tartışmalar bazı ipuçlarını veriyor.

Trump, başkanını "Çin'in adamı" olmakla suçladığı Dünya Sağlık Örgütü'ne finansmanı keserken Çin, ek yardımlarda bulunarak pandemiyle mücadeleye önderlik ediyor.

Trump'ın, kendine çeki düzen vermezse örgütten ayrılmakla tehdit ettiği Dünya Ticaret Örgütü'ne Çin, "Kuralları uyguluyor" diyerek sahip çıkıyor.

BM'nin İsrail kararı Trump'ı çileden çıkarırken Çin, Birleşmiş Milletler'in proaktif pozisyonunu alkışlıyor.

NATO, IMF ve Dünya Bankası gibi karar verici olması mümkün olmayan kurumların ise alternatiflerini yaratıyor. Şanghay İşbirliği Örgütü, Asya Kalkınma Bankası yada BRICS gibi işbirlikleri ile dünyaya seçenekler sunuyor.

Ve tüm bunları yaparken kendi değerlerini insanlığa dayatmıyor. Kimileri, bunun için henüz erken diyebilir. Fakat artık dünya, dayatmaları kabul etmeyecek kadar iç içe. Dünyada yepyeni bir paylaşım düzeni kuruluyor. Tarihin tunç yasası ise yürürlükte: Değişimin önünde duranlar silinecek, ayak uyduranlarsa gelişip serpilecek.

KAYNAKLAR:
[1] Henry Kissenger, Diplomasi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
[2] Fulya Kıvılcım, Ekonomi Bilimleri Dergisi, Küreselleşme Olgusu ve Çokuluslu Şirketlerin Küreselleşme Üzerindeki Rolü
[3] UHİM, Tarihten Bugüne Ülke İhlal Karneler
[4] Hasan Hüseyin Yıldırım-Ceren Yıldız-Özgür Aydemir, Kredi Derecelendirme Kuruluşlarından S&P, Moody’s ve Fitch’in Türkiye için Yapmış Oldukları Not Açıklamalarının Hisse Senedi Endeksleri Üzerine Etkisi: Borsa İstanbul Örneği 2012-2016*
[5] Xi Jinping, Çin'in Yönetimi, Kaynak Yayınları
[6] Adnan Akfırat, Çin emperyalist mi, Aydınlık Gazetesi