YA HACI! VİDELA’YA, PİNOCHET’YE KALMAYAN SANA KALIR MI?

Ne diyor hacı, her ağzını açtığında; “Önce bi’ defa haddini bileceksin!” Kime diyor? Önüne gelene... Konuk cumhurbaşkanlarından, yargının tepesindekilere kadar... Sokaktaki vatandaşı, meclisteki vekilini, üniversitedeki öğretim üyesini, ocaktaki işçiyi, matemdeki anayı, iş arayan gençleri geçtik...

Doğru, herkes haddini bilmeli, ağzından çıkanı kulağı duymalı. İyi de; hacının kendisi haddini bilmiyorsa, haddini aşıyorsa, hakaretler diline pelesenk olmuşsa, hatta el kaldırır cürete ulaşmışsa ne olacak? Destursuz, izansız, insafsız, zapt edilmez hale gelmişse, azıtmışsa, gemi azıya almışsa, önünde kimse dikilemiyorsa, en başta yanındakiler tam siper siniyorsa nereye varacak bu işin sonu?

Diktatörlük yok, demokrasi ileri de, nasıl oluyor bu peki? Örtülü bir kast sistemi var ama bizim mi haberimiz yok? Kendin tepedesin, diğer herkes çukurda mı? Sinek gibi mi görünüyor senin oradan bakınca, muhaliflerin? Ezilesi sinekler gibi mi?.. Ekmeklerinden sonra, sıra yaşam haklarını gasp etmene mi geldi, o kadar mı uzadı boyun, elin-kolun?..

Sen diyorum; bu fırça-mırça, hiza-miza, tehdit-mehdit işlerini bırakıp, mesela işçi ölümlerine odaklansan, çare bulmaya çalışsan nasıl olur? Sayısı kaç oldu döneminde ölen işçilerin, bir fikrin var mı, ya hacı? İnşaatta devrilen vincin sebep olduğu çökmeyle yaşamını yitiren 3 işçiden, haberin bile olmamıştır muhtemelen...(*)

Yoksullara, işsizlere, evsizlere zerrece hayrı olmayan, “Dünya’nın bilmem kaçıncı büyük ekonomisi” olma hikayenin, polisinin acımasız şiddetinin ve aşağılayıcı toplumsal koşullarının, insanları er-geç sokağa dökmesi kaçınılmazdı. Kaçınılmaz olan da, 2013’ün Haziran’ında gerçekleşti!

Gol kralı: ‘Şiddet artmalı!’

Neyse... O günlere dönmeyelim, konumuz farklı. Senin parlak ünvanlı yandaşların var. İmajını toplamaya çalışanların, mesela ünlü futbolcuların, gol kralların... Bakın ne demiş kral hazretleri: “Protestocuları durdurmanın yolu, bu alçaklara uygulanan şiddeti artırmaktır!”

Durun durun, bu bizim meşhur kral değil. Bizimki, yaptığı “paralel” koşuyla, ofsayta düşünce, bilinci açılıverdi de “Gezi destekçisi” bile oldu... Bu lafları eden, Brezilya’nın kralı, Ronaldo!.. Başka deyişle, “Küçük Pele”... Tosun, futboluyla değil, egemenleri ve onların düzenini yalamasıyla hak ediyor Pele’nin varisi olmayı... Pele içinse; Fidel Castro ve Hugo Chavez’in dostu Maradona’nın yorumuyla yetinelim: “Şerefsiz!” Fazilet timsali(!), halk düşmanı Pele’nin ışığı, dibini aydınlatmamış olacak ki, oğlu Edinho, para aklamak ve uyuşturucu kaçakçılığından 33 yıl hapis yedi 3 gün önce.

Bu yollar yol değil ya hacı yani Dilma bacı!

Haftaya, 20.Dünya Kupası, Brezilya’da başlıyor. Dünya, televizyon başında, maçların keyfini çıkaracak. Ya Brezilyalılar? Dünya Kupası ve 2 yıl sonra düzenleyecekleri olimpiyat, onlar için ne anlama geliyor?

Yüzölçümü Türkiye’nin yaklaşık 11 katı olan Brezilya’da 200 milyona yakın insan yaşıyor. 2003’ten beri sözüm ona sol iktidarda. İşçi Partisi’nin(PT) Devlet

Başkanları, önce Lula da Silva, 2011’den beri de Dilma Roussef ülkeyi, dışa açılmış büyük sermaye ve emperyalizmin işbirlikçisi toprak sahipleriyle kol kola yönetiyor.

Onların da milli geliri uçuşa geçmiş bizim gibi, ama halka yansıyan kırıntı yok. Dünya Kupası uğruna yapılan, büyük harcamalar ve haksız sosyal uygulamalar, insanları çileden çıkartmış durumda. Sadece stadyum çevrelerindeki sosyal tesislere yapılan kamu harcamaları, 5 milyar dolara yaklaştı.

Stat inşaatlarında, işçiler köle gibi çalıştırıldı. İş cinayetlerinde öldüler. Bu inşaat faaliyetleri nedeniyle, kimi köyler boşaltıldı. Yaklaşık 13 milyon yoksulun yaşadığı, Favela denilen gecekondu mahallelerinde, zorunlu göçler uygulandı. Spekülatörlerin de çabasıyla, kiralar tavan yaptı.

Halkın, yönetime tepkisi, yukarıda değindiğim 2013 Haziran’ında kitlelerin sokaklara dökülmesine evrildi. Türkiye’deki Haziran Direnişi ile eşzamanlı gerçekleşen sokak eylemleri ve grevlerde, Dünya Kupası uğruna yapılan uygulamaların katkısı büyüktü. Ağzından çıkanı kulağı duymayan otoriter liderlerinin dediğim dedik halleri, öfkeyi büyütmüştü.

Faşistler futbolu çok sever!

Evet, milyarlarca insan, doyumsuz 1 ay yaşayacak televizyon başında... Yüz binlercesi, statlarda varacak futbolun keyfine... Futbol, “güzel oyun” da; bir de perde arkası var tabii. Suç futbolda değil elbette, amaç da futbolu kötülemek değil... Ne yazık ki futbolu da sarmalayan, kapitalizmin çirkinlikleri hedefe konulması gereken. “Vahşi kapitalizm”den, “vahşet kapitalizmi”ne dönüşen sisteme yönelmeli oklar...

Söz kapitalizmden açılmışken, sistemin azgın bekçi köpekleri olan faşistlere değinmeden olmaz. Başlıkta adı geçen Augusto Pinochet, malumunuz, Şili’nin 1973’te darbeyle işbaşına gelen cunta lideriydi. O da, futbolseverdi! 1974’te Batı Almanya’daki Dünya Kupası finallerinde ülkesi de yer alıyordu. Ancak, ev sahibi karşısında oynadıkları ve Doğan Babacan’ın yönettiği ilk maçta, Pinochet ve darbesi, hem Latinler, hem Avrupalılar tarafından tribünlerde protesto edilecek, maç aksayacaktı. Futbol, Pinochet’yi, onun sevdiği kadar sevmemişti.

4 yıl sonra Kupa finalleri Arjantin’deydi. Ülke, 1976’da darbeyle yönetimi ele geçiren cuntanın kontrolünde inim inim inliyordu. Toplu infazlarda, işkencelerde can verenlerin, gözaltında kaybolanların hesabı bile tutulmuyordu. Cuntanın başında, yine bir “futbolsever” Jorge Rafael Videla vardı. Kupa’nın karnaval havasında geçmesi için gösterilen çabalar, sonuç vermiş, statlardan gelen çığlıklar, işkencedekilerin çığlıklarını bastırmıştı.

Ev hapsinde öldüler

Ancak Videla, daha fazlasını istiyordu. Hedefi, geride kalan 10 Dünya Kupası’nda şampiyonluk yaşayamamış Arjantin’i, ilk kez Dünya Şampiyonu yapmaktı. Ancak bunun için bir dizi rezaleti göze almak gerekebilirdi. Gözünü karartmıştı, o Kupa’ya ihtiyacı vardı faşizmin...

2.tur grubunda, son

maçlar öncesi Brezilya, averajla Arjantin’in önünde liderdi. Grubu lider bitiren, finale kalacaktı. Brezilya’nın son maçı(Polonya), Arjantin’den 2,5 saat önce oynatıldı. O maç bittiğinde, Arjantin’e final için, en az 4 farklı galibiyet lazımdı Peru karşısında. Kimse şüphelenmesin diye, 6-0 yendiler ve finale kaldılar. Sonunda da, Kupa onların oldu.

Nereden geldik buralara? Ha, diyecektim ki; faşist diktatörler futbolu pek sever!

Hatta fırsat bulanlarının, topa tepmişlikleri bile vardır. Bu 2 Latin Amerikalı katil, ilerleyen yıllarda, yargılandılar, hüküm giydiler, hapse girdiler. Son nefeslerini, ikisi de, ev hapsinde verdi. Darısı, tüm insanlık düşmanı diktatörlerin, katillerin başına...

(*) İş cinayeti: Sao Paulo Arena Corinthians Stadı inşaatı, Kasım 2013