Yağmalanan düşler/düşünceler

Doğu’daki Batı: (I)

Yeni açılmış bir alışveriş merkezini (Erzurum / Palerium) geziyorum. Vitrinler her şeyi anlatıyor: Mesleksiz bir toplumuz. Avrupa kendi “birliği”ne almasa da; her şeyiyle bizim hayatımızda aslında. Üretimde, doğal kaynaklarımızın yağmalanmasında, mesleksizlik hastalığına tutulmamızda, iç ve dış siyasetimizde; daha da önemlisi ekonomimizde.

Osmanlı geçmişi üzerine inşa edilen Cumhuriyet’ten hoşnut olmayanların çoğu, yine Cumhuriyet’in sağladığı olanaklarla hayatın her alanında var olmaya çalışıyorlar.

Osmanlı’nın Batı’yla ilişkisi, güdümüne girmesi bir bakıma da Cumhuriyet’e kapı aralamıştır. Bir işgal imparatorluğu olan Osmanlı 1821’de tasfiye edilmeye başladı aslında. 1881’de Duyun-u Umumiye’ye teslim olduğunda her şey için sona gelinmiştir.

Toprak kayıplarından sonra Anadolu’yu hatırlayan Osmanlı’nın kalan toprak bakiyesinin üzerine ulus-devlet kurma fikri millî mücadelede taçlanır. Osmanlı’nın geçmişten beri yapamadıklarını gerçekleştiren Cumhuriyet, Anadolu’yu adım adım biçimlendirmek, çağdaşlık yoluna hazırlamak için adeta seferber olur. O çabanın ürünleri 30’lu, 40’lı yıllarda kendini gösterir.

Bugün o çabanın varlığının nasıl yağmalandığını görmek için Anadolu’nun herhangi bir kentine bakmak yeterlidir.

ERZURUM’DA UNUTTURULAN TARİH

Yağmalanan, yıkılan kenti adımlıyorum. “Yeni” diye sunulanların sentetik, yabanıl duruşuna kimsenin çok da aldırdığı yok.

Donuk, ağır adımlar, gülmeyen yüzlerle yürünüyor burada. Kadınları çarşıda pazarda görmeniz pek de mümkün değil.

Eski kent diyebileceğimiz “ada” yıkıla yıkıla yeni inşaat alanlarına açılmış. Adına da “tarih gün ışığına çıkıyor” deniliyor.

Kentin mevcut dokusunun kent plancıları, sanat tarihçileri, sosyologlar tarafından irdelendiğini sanmıyorum. Bir “bilim yuvası” olarak nitelendirilen üniversitenin buradaki konumu hâlâ sorgulanacak düzeydedir. Öğrenci kapasitesiyle kente “emtia” sağlayan bir “kışla” gibidir! Ne yazık ki halkın çoğunluğu da böyle görmektedir.

Kenti adımlarken karşınıza çıkan bir başka gerçeklik de; kentin tarihsel geçmişinin iyice silinişi. Selçuklu’ya, Osmanlı’ya gitmeye gerek yok. Erzurum Kongresi’nin düzenlendiği bina (Sansaryan Mektebi’nin bulunduğu alan) sözüm ona Kongre ve Millî Mücadele Müzesi olarak yeniden düzenlenmiş. Restore edilen binanın ikinci katındaki tek odada karşınıza çıkan manzara; bir sınıfa dizilmiş okul sıraları, fotoğraflar, hepsi bu!

Millî Mücadele nerede / nasıl yapılmış; Kongre nedir, ne / nerede nasıl gerçekleşmiş, alınan kararlar nelerdir, Cumhuriyet fikri nasıl oluşmuştur vb. sorular uç veriyor zihninizde ister istemez. Ve bunların hiçbirinin yanıtını bulamadığınız bir yer o “müze”!?

Bu,tarih bilinci eksikliği filan değil; düpedüz ilgisizlik / kayıtsızlık / özensizlik ve önem vermezliktir. Bunun diğer bir adı da unutturulmak istenen tarihtir.

ERZURUM KONGRESİ DAĞDA MI YAPILDI?

Adı Atatürk olan bir üniversitenin bu bilgileri derleyecek, biçimleyecek birimleri / insanları vardır elbette. Nerede peki bunlar?

Biri çıkıp bu aymazlığı, bu müze aldatmacasını nasıl açıklayacak acaba?

Binanın alınlığına “Erzurum Kongresi” adını bile yazamayan anlayışın müze yutturmacasını hadi biri anlatsın.

Galiba asıl işgal böyle başlıyor.

Kongre binasının çevresindeki meslek okullarını kapatın, 15 yılda kentte 22 imam hatip okulu açın, alışveriş merkezlerinizin vitrinlerini Batı’nın ürettikleriyle doldurun; sonra da “millî” olmaktan söz edin.

Toplum hızlı bir biçimde cahiliye çağına sürükleniyor. Üretmeyen, düşünmeyen, sorgulamayan, bilip öğrenmeyen mesleksiz bir toplum inşa ediliyor. “Dindar nesil” yetiştirme çabası kendi benliğini yitirme, her türlü işgali ve aldatmayı kabullenmedir.

“Yaşanan yağma aslında çağdaşlık düşleri / düşüncelerinin yitişi, bunun yol açtığı yıkımdır” mı demeli?