Yalnızlığa misilleme

31 yıldır, yüzlerce şiir ve Cemal Süreya tutkunuyla buluştuğumuz 9 Ocak Anma Etkinliğini bu yıl evlerimizde Kovit-19 kuşatması ve sokağa çıkma yasağı altında, ustanın şiirlerini kendi kendimize sunarak gerçekleştireceğiz. Medyatik seçenekleri de ihmal etmeden... Başta dokunma duyusu olmak üzere beş duyunun tümünü usduyusal bir ironi ve lirizmle şiirinin en ince dokularında bize yaşatan şair; dostları ve tutkun okurlarınca ilk kez aralarında güvenli mesafeler bıraktıkları yine dokunaklı, belki daha dokunaklı ama ilk kez dokunmasız çoğul ortamlarda, kendi seçimimiz olmaksızın, bir evrensel zorunluluktan ötürü herkesin kendi kişisel çemberinde anılacak...

ŞİİRİN YAYLIM ATEŞI

Tarihin bugünde gömülü nice kokusunu ve tadını Türkçenin yurdunda hepimiz için gezdiren büyük şair, o evrensel özgürlükte kucaklaşma günü, yaşamdaki son zorunlu doğal olayı, ölümü bile toplumsal hukuk ve siyasal öngörüyle yasaklamayı düşünebiliyor:

Özgürlüğün geldiği gün

O gün ölmek yasak

Ne ki 8 milyarlık bir dünyada insanları birbirinden doğanın ayırabileceğini zerrece aklından geçirmiyor, dahası şöyle diyordu: “Tabiat ahlakı kovuyor.” Oysa Kovit-19’lu kovuş, bedenlerin buluşmasını, birbirine dokunmasını yasaklıyor. Doğa; onunla uyumlu bir uygarlık kuramayan insana, dokunmasızlık koşulunu dayatıyor. “Şiir alışkanlıklara karşı bir yaylım ateştir.” demişti Cemal Süreya. Küresel salgın koşullarında iş tersine döndü: Yalnızca kurulu düzeni bozmakla kalmayan doğa, yaratıcısına karşı her türlü yıkıcı ve tüketici oyuna giren insanı karşısına alıyor en başta. Alışkanlıktan geçtik, şimdi yaşamsal zorunluğu yok sayan kurallar için ortam sağlıyor. Şair nereden bilebilirdi ki, insanı hem doğaya hem kendi doğasına azılı düşman kılan kapitalizmin son noktasında, Sevda Sözleri’nin ilk dizesi, tabiatın insana açtığı savaşa karşı yer tutacak:

Kırmızı bir kuştur soluğum (San)

İNSAN: KENDİNİN ÖZNESİ OLAMAYAN VARLIK

Bizler; şairin düşsel zekâ ve yeteneğinin dile yüklediği zenginliği imrenerek alkışlayanlarsa, yaşadığımız evrensel şaşkınlıktan çıkmayı başarıp da gerçekliği bütün acı ve çilesiyle algılayıp ne kabullenebiliyoruz ne de onu aşma yönünde duyarlık ve bilincimizi zorlayabiliyoruz. Öyle, yazgıya kolları bağlı, devranın sürüklediği yönde akışıyoruz. Dünya, ulaştığı teknolojik donanımla uzayı yönlendirmeye hevesli insanın ne trajedilerine tanıksa da böylesini hiç görmedi. “Her mısra, evreni değiştirir şiirde. Öyle ki, o mısra yazılmadan önce evren başkaydı, yazıldıktan sonra başka, denebilir.” diyor şair. Bir adım ilerde, şu anlamı da saklıyor bu söylediği: Şiir okunmadan önce evren başkaydı, okunduktan sonra başka... Yeryüzündeki toplam ağırlığı iki dirhem etmeyen virüs, varoluşunu sürdürmek için mutasyonla kalıptan kalıba girerken, kendini evrenin öznesi gören insan, bir türlü kendinin öznesi olup da insanca yaşayacağı bir dönüşümle kendini aşamıyor.

YALNIZLIĞIN BAŞKENTİNE SULTAN

Şimdi, şairi şu nice yalnızlık akşamlarından birinde anarken yine şiir okuma zamanıdır. Yepyeni şiirlere, yepyeni evrenlere açılan bir duyarlık kışkırtılması bu. Şiirin aykırılık ve özgürlüğü böyle biçimleniyor:

Biliyorsun ben hangi şehirdeysem

Yalnızlığın başkenti orası

Bir de biliyoruz ki, şiirdir hep en uzak mesafelerdeki dostlarla dokunuşlar başlatan: “Bir umuttun bir misillemeydin yalnızlığa.”

Onun şiiriyle bütün yalnızlıklarda herkesle, büyük insanlıkla omuz omuzayız. Dünyaya ve insanlara, bedene ve duygulara şiirle dokunma, evrene özne oluşa hiç zaman yitirmeksizin kendimizden başlama zamanıdır.

FOTOĞRAF

Durakta üç kişi

Adam kadın ve çocuk

Adamın elleri ceplerinde

Kadın çocuğun elini tutmuş

Adam hüzünlü

Hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü

Kadın güzel

Güzel anılar gibi güzel

Çocuk

Güzel anılar gibi hüzünlü

Hüzünlü şarkılar gibi güzel