Yalpa

Türkiye büyük bir siyasal değişme döneminin sancılarını yaşıyor. Böyle dönemlerin en önemli özelliği merkezi temsil eden siyasal aktörlerin yalpalamalarıdır.

Kurulu bir siyasal düzen, o düzenin aktörleri (hükümetler, partiler, liderler vs.) açısından istikrar koşulunu ve siyasetin normunu oluşturur. Dolayısıyla bu aktörler, kurulu değerler sisteminin normallik ölçüleri içinde düşünür, karar verir ve siyasal eylemde bulunurlar.

Türkiye’de Atlantik sisteminin ekonomik ve siyasal kodlarının istikrarı değil tam tersine istikrarsızlığı temsil etmeye başladığı bir döneme girdik. “Sistem”in doğrularını paylaşan aktörler açısından karar vermeye yardımcı olan referanslar geçersizleşiyor. Batı sistemine bağlılığın toplum gözündeki değeri hızla düşüyor. Böylesi bir değişikliğe hazır olmayan, istikrar döneminin kodları içinde düşünmeye ve eylemeye alışmış olanlar, olan biteni anlamakta güçlük çekiyorlar. Süreci yönetme yeteneklerini kaybettikleri için sürecin dinamikleri tarafından oluşturulan dalgaların çarpmasıyla bir sağa bir sola yalpa vuruyorlar.

Kurtuluş Savaşı dönemi bu olayı anlamak açısından zengin bir laboratuara benziyor. O kısa tarih aralığı içinde, o güne kadar Osmanlı toplumunun kaderine yön vermiş pek çok odak, siyasal süreci anlamakta ve yönetmekteki yetersizliklerinden dolayı savrulmalar yaşadılar.

Osmanlı aydınlarının en millici olanları bile devletin mutlak yenilgisi karşısında çaresiz hissediyorlardı. Devletin hiç olmazsa toprak bütünlüğünü sağlamak adına mandaterliği savunan çok sayıda aydın vardı. Başlangıçta İsmet Paşa bile bu görüşteydi. Mustafa Kemal için, manda ve himaye kabul edilemez kararını Sivas Kongresi’nden çıkartmak hiç de kolay olmamıştı. Aydınlar yalpalıyorlardı.

İttihatçıların bir kısmı, eskiden beri tanıdıkları Mustafa Kemal’in önderliğini içlerine sindirmekte zorluk çekiyorlardı. Partinin Enver, Cemal, Talat üçlüsünün hemen altından başlayarak üst ve orta kademe yöneticileri, önünde sonunda Mustafa Kemal’den kurtulma hesaplarını terk edemediler. Eski önderlerine sadakatle, Mustafa Kemal’in önderliğini benimsemek arasında yalpaladılar.

Meclis’teki mebuslar arasında düzenli ordu kurmak yerine çetelerle direnmekten yana olanlar, en zor zamanlarda bile kadınların örtünmesi, içki yasağı vb. konuları milletin baş gündemi haline getirmeye uğraşanlar vardı. Mebusların bir kısmı, süreci anlamaktan çok uzaktılar, gelişmelere ve güç dengelerine göre karar veriyor, bolca yalpalıyorlardı.

Savaşlardan yorgun ve bezgin düşmüş halk çocuklarını askerde tutmak zordu. Sakarya Savaşı öncesi günde sekiz yüz asker orduya katılıyor, bin asker firar ediyordu. Halk vatanı için savaşmaktan kaçma şansını kaybetmiş ama savaşma kararını vermemişti, yalpalıyordu.

Komutanların bazılarında arkada kalan savaş tecrübelerinden hareketle Türk ordusunun taarruz değil, savunma ordusu olduğu önyargısı yer etmişti. Sakarya’da düşmanın ilerleyişi durdurulduktan sonra taarruz hazırlıkları yerine mütareke ve anlaşma yapmamanın yanlış olduğunu düşünenler vardı. Yalpalıyorlardı.

Büyük değişmenin, doğru bilinenleri geçersizleştirdiği dönemlerde yalpalama bir sebep değil sonuçtur: çaresizliğin sonucu. Çareyi temsil eden öncüler, boş bir sahada hareket etmezler ancak rakiplerinin çaresizliklerinin yarattığı her boşlukta biraz daha güç toplarlar. Bu dönem boyunca siyaset sahnesinin çözümsüzlüğün temsilcisine dönüşmüş diğer aktörlerini acınacak hallere düşmekten başka bir kader beklememektedir.

Kurtuluş Savaşı döneminde ne yapacağını bilen ve atacağı adımları hesaplayabilen yegâne aktör, Mustafa Kemal’in kendisiydi. Ancak o bile, ihtiyaç duyduğu kuvveti yalpalayanlar arasından toplamak zorundaydı. Bu yüzden süreci okuyabilmesi ve toplumun gerçek ihtiyaçlarını anlayabilmesi her koşulda istediği her adımı rahatça atabilmesi anlamına gelmedi. Her ne yapabildiyse, yalpalayanları kendi programının asgari maddeleri etrafında toplayabildiği ölçüde mümkün oldu.